E-KİTAP PROJESİ®

~ TÜRKİYE'NİN e-KİTAP PROJESİ ~

POPÜLER KİTAPLAR

Diğer Arama Sonuçları...

Generic selectors
Başlıkla Eşleşenler
Başlıklarda Ara
İçeriklerde Ara
Post Type Selectors
Filter by Categories
Bilimsel Makaleler – Murat Ukray
Bir Kitap, 10 Ağaç!
E-KİTAP HAKKINDA
e-KİTAP OKUMA KILAVUZU
e-Kitap Projesi (Yeni Gelişmeler & İleri Teknolojiler - Editoryal)
e-KİTAP SATIN ALMA KILAVUZU
e-Kitap Teknolojileri & Haberleri
e-Kitap Yayınlamak?
En İyi e-Kitap Siteleri
GÜNCEL & GLOBAL HABERLER
HOBİ KÖŞESİ
İndirilecek Belgeler
Kitabımı Yayınlatmaya Başlamadan Önce Neler Yapmalıyım?
Kitabımı Yayınlattıktan Sonra Sahip Olacağım Haklar Nelerdir?
Kitabımın Ebatlarını, İç sayfa ve Kapak tasarımını Nasıl Belirlemeliyim?
Kitabımın Fiyatını Nasıl Belirlemeliyim?
Kitabımın Yayın Sürecinde Karşılaşabileceğim Yasal Prosedürler Nelerdir?
KİTAP & YAYIN DÜNYASINDAN HABERLER
Kitap Ebat ve Fiyatları
Kısaca e-Yayıncılığın Tarihçesi
Online Kitap (Avantajları & Yenilikleri)
Piyano & Gitar Müzik yapma Sayfası
ŞİMDİ YAYINLAMAK İSTİYORUM
YAYINLANMIŞ MAKALELER
Yazarın Telif Hakları
YAZARLARIMIZ

Eğitim Emekçileri Neden Hedefte? (29 Aralık Grevinin Anatomisi)

Eğitim Emekçileri Neden Hedefte? (29 Aralık Grevinin Anatomisi)

29 Aralık 2015 tarihinde KESK-Eğitim Sen'in almış olduğu bir günlük greve katılan eğitim emekçilerinin görevden uzaklaştırılması sonrasında yaşananlar ve göreve dönene kadar geçen süreç bütün yönleriyle anlatılıyor.

About the Book

Eğitim Sen Neden Hedefte?

(29 Aralık Barış Grevinin Anatomisi)

 

 

 

 

 

 

Demokratik, laik, bilimsel, parasız, anadilinde ve kamusal nitelikli eğitim için mücadele eden Eğitim Sen’lilere…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İÇİNDEKİLER

-Önsöz

– Şiddet Sürecinde Eğitim Nasıl Olacak?

– Eğitim Hakkı Engellenemez!

– Maarif Müfettişlerine Hukuk Çağrısı

– Sendikal Hakların Kullanılmasının Engellenmesi Suçtur

– Barış Grevi Haksız mıydı?

– Eğitim Sistemi Darbe Sürecini Nasıl Atlatır?

-11 285 Öğretmenin Sorumlusu Okul ve Şube Müdürleridir

– Yeni Öğretim Yılı Bizler için Başlamıyor!

– MEB, Bu Hoyratlığı Neden Yapıyor?

– Hukuk, En Çok Sendikalara Lazım!

– MEB, Cezada da Ayrımcılık Yapıyor!

– FETÖ, MEB'deki Muhtemel Operasyonları Manipüle mi Ediyor?

– Eğitim Hakkını Kim Engelliyor?

– Sendikal Eyleme Ceza Verilirse!

– Açığa Alınan Eğitim Sen’lilere Çağrı!

– Eğitim Sen Değil, Diğerkâmlık, Nezaket, Vicdanlılık, Sivil Erdem ve Centilmenlik Cezalandırılıyor!

– Açığa Alma İnfaz Değil, Tedbirdir!

-676 Sayılı KHK Memurlara Ne Getirdi?

– Eğitim Sen Neden Hedefte?

– İhraçlarla, Hukuki Güvenlik İlkesi Yok Edilmemelidir!

– Diren Buğday Tanesi!

-FETÖ, Kaos Peşinde!

– Hak Ararken FETÖ’ye Bulaşmak!

-Göreve Döndük de Haberimiz mi Yok?

 

– Bitmedi, Sürüyor O Kavga!

 

                                                         

 

 ÖNSÖZ

2016-2017 öğretim yılı mesleki çalışmaların ilk haftası okulda çok gergin geçmişti. FETÖ operasyonları nedeniyle görevden uzaklaştırılan, ihraç edilen öğretmenler konusunda sohbet ediyor, bu arkadaşların, bu olumsuz sonuçla karşılaşmalarına neden olan kıstaslar konusunda tartışıyorduk. Özellikle, sendika üyeliğinin ihraç kıstası olmasının tehlikeli sonuçlara varabileceğinin üzerinde duruyorduk.

Bu arada basında Sayın Başbakan’ın, bölücü terör örgütü üyesi 14 bin öğretmenin ilk önce yerlerinin değiştirileceğini, sonra da meslekten ihraç edileceğini ifade etmesi gerginliğimizi iyice arttırmıştı. Çünkü 14 bin sayısı, daha önce soruşturma geçirdiğimiz 29 Aralık barış grevine katılan Eğitim Sen üyesi öğretmenlerin sayısıyla örtüşüyordu.

Biz de, basında yer alan bölücü terör örgütü mensubu olma suçlamasıyla görevden alınacak öğretmenler ile ilgili kıstaslara bakıyor, okuldaki arkadaşlarla, bu kıstasların Eğitim Sen üyesi arkadaşlarımızla ilgisi olmadığını dile getiriyorduk ama yine de söylentiler içimizde bir kuşku yaratmıştı.

O hafta okul müdürü de çok gergindi. Okuldaki bütün öğretmenlerin katılacağı kahvaltı veya yemek organizasyonu ile ilgili talepleri geçiştiriyor, önceki yıl bıraktığı olumlu yönetici izleniminden oldukça uzak tavırlar sergiliyordu. Bu durumu tespit eden bir meslektaşım, bana gelerek, birlikte okul müdürü ile görüşmemizi, gerginliğin nedenleri konusunda sohbet etmemizi, aksi halde bu durumun okul iklimini olumsuz etkileyeceğini ifade etmiş, ben de bu talebi olumlu karşılayarak, okul müdürü ile randevu ayarlamak için sözleşmiştik.

Hafta, sona ermiş, kurban bayramı tatili için planlar yaptığımız bir cuma gününe gelmiştik. Gergin bir gündü. O gün okul müdürü, bayram tatiline gireceğimiz bahanesiyle hepimizi saat 10.00 gibi erken bir saatte okuldan göndermişti. Okuldan çıktıktan sonra, akşam saatlerine kadar sendikada zaman geçirmiş, açığa alınma söylentilerinin eşliğinde, diğer illerden ve il milli eğitim müdürlüğünden gelecek haberlere kulak kesilmiştik. Beklediğimiz haber gelmedi. Akşam eve döndük. Bayram tatiline girdiğimiz için başka bir haber gelmeyeceği beklentisiyle ailemizle zaman geçirirken, gelen bir twet ile web sitelerinde yayınlanan açığa alınan öğretmenlerin listesini taramaya başladık. Ben ve Eğitim Sen üyesi olan eşimin ismini listede görmeyince önce buruk bir sevinç yaşadık. Ancak okulda sendika üyesi diğer arkadaşların açığa alındığını görünce şaşırdık. Çünkü aynı eylemlere bizler de katıldığımız halde neden isimlerimiz listede yok diye düşünmeye başladık. Hatta eşim, “Bu duruma sevinemiyorum bile, bu nasıl iş!” gibi bir serzenişte bile bulundu. Daha sonra bir arkadaşımın telefonuyla, listelerden birisinin eksik olduğunu ‘mebbis’e bakmamızın daha doğru olacağını söylemesiyle, ‘mebbis’e baktık ve kırmızı harflere yazılmış olan ‘görevden uzaklaştırma’ ibaresini gördük.

O gece, görevden uzaklaştırma nedeni olarak çeşitli yorumlar yapmamıza rağmen, ertesi gün sendikaya gidip, diğer arkadaşlarla sohbet edinceye kadar neden görevden uzaklaştırıldığımız konusunda kesin bir yargıda bulunamadık. Sendikada yapılan değerlendirmelerde, görevden uzaklaştırılan arkadaşların büyük çoğunluğunun 21 Aralık, 29 Aralık barış grevine katılanlar olduğunu tespit ettik ve sürecin nasıl işleyeceği konusunda kestirimlerde bulunmaya başladık.

Bu arada, listelerin yayınlandığı web siteleri büyük bir iştahla, örgüt adını da yazarak, linç kampanyalarına başlamıştı bile. Bu kampanyalar özellikle iki web sitesinde yoğunlaşıyordu. kamudanhaber ve mebpersonel web siteleri. Yazılan yazılar ve bu yazıların altına yapılan yorumlar bizleri şimdiden mahkûm etmişti bile.

29 Aralık grevi ile ilgili olarak daha önceki tarihlerde bazı yazılar yazmış olmam, sendikal eylemlerin suç oluşturmadığı ve Eğitim Sen’in sosyal medyada yeterli düzeyde güçlü olmadığı gerçeğinden hareketle, durumumuzu çeşitli yönleriyle anlatan yazılar yazmaya karar verdim. Zaten çeşitli web sitelerinde ve yerel Gaziantep Ekspres Gazetesinde 5-6 yıldır eğitim yazıları yazmaktaydım. Bu deneyim de benim için kolaylaştırıcı oldu.

İlk yazımı yazdım ve Birgün Gazetesi, Evrensel Gazetesi, sendika.org gibi sol yayın organları da dâhil olmak üzere kamudanhaber ve mebpersonel sitelerine de gönderdim. Sol siteler hariç olmak üzere, hiç ummadığım bir şekilde bu siteler yazıma yer verdi. Bu yazıdan sonra sosyal medya hesaplarımdan teşekkür ve destek mesajları almaya başladım. Ben de sürecin gerektirdiği ve kamuoyundaki gelişmelere göre yazılarıma devam ettim. Bir süre sonra KESK ve Eğitim Sen’in eylem programlarını da açıklayarak hayata geçirmeye başlaması, Tunceli ilinde görevden uzaklaştırılan meslektaşlarımızın bir kısmının 1 hafta geçmeden göreve iade edilmesi ve CHP’nin, bizleri tam anlamıyla sahiplenmesi kamuoyunda sesimizin daha fazla duyulmasına, haklılığımızın daha fazla anlaşılmaya başlanmasına neden oldu.

Yazılarıma devam ettim.

Ortaya bu kitap çıktı.

Son yazımda da belirttiğim gibi, göreve iade bizler için ‘Mutlu Son Değil, Mücadeleye Devam!’ niteliğindedir.

 

                                                                                                          Temmuz-2018

                                                                                                          Gaziantep

 

 

 

 

 

 

 

Şiddet Sürecinde Eğitim Nasıl Olacak?

2015-2016 eğitim öğretim yılı, geçmiş yıllardan biriken sorunların daha da ağırlaşmasının yanı sıra, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgede yaşanan çatışmaların ve ölümlerin gölgesinde bu yıl iki hafta gecikmeli olarak 28 Eylül günü açılıyor.

Eğitim Sen (2015)’in yaptığı araştırmaya göre, çatışmaların artarak sürmesi nedeniyle milyonlarca kişiyi ilgilendiren eğitim-öğretim hizmetlerinin öğrenciler, öğretmenler ve diğer eğitim emekçileri açısından sağlıklı bir şekilde yapılıp, yapılamayacağı da belli değildir.

Araştırmaya göre; Türkiye’nin içine itildiği çatışma ortamında eğitim öğretimin sağlıklı yapılabileceğini düşünüyor musunuz, sorusuna verilen yanıtlara bakıldığında araştırmaya katılan eğitim emekçilerinin sadece yüzde 11’i ‘Evet’ yanıtı vermekte, katılımcıların yüzde 89’u ‘Hayır’ diyerek, bu koşullarda eğitim öğretimin sağlıklı bir şekilde yapılamayacağını belirtmektedir.

 “Halen çalışmakta olduğunuz ilin dışında başka bir ilde çalışmak ister misiniz? Tayin istemeyi düşünüyor musunuz?” sorusuna katılımcıların yüzde 59’u ‘Hayır’ yanıtını verirken, tayin istemeyi düşünenlerin oranının yüzde 41 gibi yüksek bir oranda çıkması dikkat çekicidir.

“Ülkede yaşanan çatışma ortamı nedeniyle mesleği bırakmayı düşünüyor musunuz?” sorusuna katılımcıların yüzde 68’i ‘Hayır’, yüzde 32’si ‘Evet’ yanıtını vermiştir. Verilen yanıtlar, bölgedeki koşulların, görev yapan her 10 öğretmenden 3’ünün mesleği bırakmasını düşündürecek kadar kötü ve olumsuz olduğunu göstermektedir.

Araştırmada “sizce eğitim öğretimi engelleyen en önemli üç sorun nedir” diye sorduğumuzda, katılımcıların yüzde 38’sı can güvenliğinin olmaması, yüzde 24’ü okulların fiziki koşullarının uygun olmaması, yüzde 16’sı ise öğretmen açıklarını ilk üç neden olarak belirtmiştir. Okula ulaşım koşullarının yüzde 14 gibi bir oranda çıkmış olması dikkat çekicidir.

Bir başka soruda, bu nedenler dışında belirtmek istediğiniz diğer nedenler nelerdir diye sorulan açık uçlu soruya verilen yanıtları grupladığımızda en çok şu ifadelere yer verilmiştir; –Çatışmalı ortamın öğretmenler ve öğrenciler üzerindeki olumsuz etkileri,

-Anadilinde eğitimin olmaması,

-Eğitimin bilimsel olmaması,

-Siyasi kadrolaşma ve baskılar,

-Sınıfların kalabalık olması,

-Kaynak ve bütçe yetersizliği,

-MEB’in eğitim değil, siyaset yapması,

-İdarecilerin taraflı yönetimi ve hukuksuz atamaları,

-Eğitim sisteminin sürekli değişmesi,

-Verilen eğitimin içeriğinin öğrencilere uygun olmaması,

-Velilerin sosyo-ekonomik durumu,

-Tekçi, milliyetçi, anti-demokratik eğitim sistemi,

-Öğretmene değer verilmemesi,

-Mesleğin itibarsızlaştırılması,

-Öğretmen sirkülasyonunun fazla olması,

-Yöneticilerin siyaseten atanmış olması,

-Bölgeler arası eşitsizlik.

Her ne kadar, 7 Haziran seçimleri sonrasında Hükümet kurulamamasının sonucu olarak, çatışma sürecine başlanması ve seçimlere gidilmesinin nedenleri konusunda her kesimden farklı gerekçeler ileri sürülse de, kamuoyunda paylaşılan ağırlıklı görüş, AKP’nin tek parti iktidarını kaybetmesi, ekonomik göstergelerin bozulması, Suriye politikasının çöküşü gibi faktörler sıralanabilir.

Bu noktada, sağlıklı bir eğitim ve öğretim yapabilmesi için silahların derhal susması, öğrencilerin, öğretmenlerin ve halkın günlük yaşamını alt üst eden tüm şiddet eylemlerine derhal son verilmesi, fiilen uygulanan sıkıyönetim politikalarına, antidemokratik ve baskıcı yöntemlere derhal son verilmesi ve  yaşamın normale dönmesi için bir an önce barış ve çözüm sürecine yeniden dönlümesi gerekmektedir.

Kaynaklar

Eğitim Sen, (2015) Çatışmaların Eğitime ve Öğretmenlere Etkileri Araştırması. http://egitimsen.org.tr/catismalarin-egitime-ve-ogretmenlere-etkileri-arastirmasi/ Erişim Tarihi: 26.09.2015

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Eğitim Hakkı Engellenemez!

Eğitim, 1974 tarihli İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerle İlgili Eğitim ve Uluslararası Anlayış, İşbirliği ve Barış İçin Eğitime dair UNESCO Tavsiyesi’ne göre, kişisel kapasitelerin, tutumların, yeteneklerin ve bilgilerin tümünün ulusal ve uluslararası toplumlarda ve onların yararına olacak şekilde, bireylerin ve sosyal grupların  bilinçli bir gelişmeyi öğrenmeleri yoluyla ortaya çıkan sosyal yaşam sürecinin tamamı anlamına gelir. Bu süreç herhangi bir özel faaliyetle sınırlandırılamaz (Ataman, 2008).

Eğitim hakkı temel bir insan hakkı olarak, herkesin ırk, cinsiyet, cinsel yönelim, etnik ya da sosyal köken, din ya da politik görüş, yaş ya da engellilik vb. haline bakmaksızın ücretsiz temel eğitimden yararlanmasını ifade eder ve birçok uluslararası belgede kayıt altına alınmıştır.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ek (1) No’lu Protokol’ün 4 2.maddesi eğitim hakkını şu şekilde düzenlemiştir;

“Hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz. Devlet, eğitim ve öğretim alanında yükleneceği görevlerin yerine getirilmesinde, ana ve babanın bu eğitim ve öğretimin kendi dini ve felsefi inançlarıyla uyumlu olarak yapılmasını sağlama haklarına saygı gösterir.”

Bu hak, iç hukukta da, 1982 Anayasası’nın 42.maddesinde, “Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz.” ; 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun, 7.maddesinde, “İlköğretim görmek her Türk vatandaşının hakkıdır.” şeklinde yer bulmuştur.

Bu yazımızda Türkiye’deki eğitim sisteminin fırsat eşitsizliğinden; müfredatın ırkçı ve şoven içeriğinden; ulusal etnik kültürleri ve diğer ulusların kültürlerini içerecek şekilde tüm insanlara ve onların kültürlerine, uygarlıklarına, değerlerine saygı ve anlayıştan yoksun olduğundan; ötekiyle iletişim yeteneğinin olmayışından; bireylerin, sosyal grupların ve ulusların her birinin diğerine yönelik ödevlerine dair bilinç aşılamadığından; uluslararası dayanışma ve işbirliği için zorunlulukların  aşılanması konusundaki eksikliğinden ve dünyadaki problemlerin çözümlenmesinde bireysel katılıma yönelik isteklilik geliştirmek konusundaki yetersizliğinden söz etmeyeceğiz.

Daha somuttan, burnumuzun dibinde on binlerce öğrencinin elinden alınan eğitim hakkından söz edeceğiz.

13 Aralık 2015 Pazar günü Şırnak’ın Cizre ve Silopi ilçe milli eğitim müdürlükleri tarafından öğretmenlere gönderilen telefon mesajı ile “hizmet için eğitim semineri”ne alındıkları ve bu semineri kendi memleketlerinde yapabilecekleri iletildi.  MEB’in eğitim öğretim döneminin ortasında aldığı “hizmet için eğitim” kararının hemen arkasından her iki ilçede de sokağa çıkma yasağı ilan edilerek, okulların kapısına süresiz olarak kilit vuruldu.

Can güvenliği gerekçesiyle ilçelerden apar-topar ayrılan öğretmenlerin görüntüsü eşliğinde, medya tarafından bu sorunun sorumlusu olarak da okulunu, öğrencisini terk eden öğretmen imajı eşliğinde, öğretmenlerin gösterilmesi en hafif deyimle ciddiyetsizlik olmuştur. İlçeden ayrılmayarak evlerinde kalan öğretmenlerin can güvenlikleri tehlike altındadır.

Hâlbuki öğretmenlerin seminere alınması adı altında yapılan uygulama ve ardından ilen edilen sokağa çıkma yasakları açık bir şekilde ‘Eğitim hakkının engellenmesi’dir.

Zaten geç başlayan 2015-2016 Öğretim yılı o ilçelerdeki öğrenciler için adeta sona erdirilmiştir. Sokağa çıkma yasakları ile birlikte okul binalarının kışlaya çevrilmesi, öğretmen ve öğrenciler için ilk dönemin değil ikinci dönemin de gözden çıkarıldığını göstermektedir.

Bunun yanında eğitim-öğretin açısından haftasonu tatili bile öğretmen-öğrenci arasındaki ilişkiyi olumsuz etkilerken, öğretim yılı içinde bu kadar uzun süre ara verilmesi hem öğretmenleri hem de öğrencileri psikolojik açıdan olumsuz etkileyecektir.

Yaşanacak bir başka mağduriyet de YGS ve TEOG sınavlarına girecek öğrencilerin yaşayacağı öğretimsel eksikliklerdir. Başbakan Davutoğlu, bu eksikliklerin telafi eğitimiyle giderileceğini ifade etmişse de, bunun mümkün olmadığı kamuoyunca bilinen bir gerçekliktir.

Bu nedenlerle uluslararası belgelerde, anayasada ve yasalarda güvence altına alınan eğitim hakkının Cizre ve Silopi’de öğrenim gören öğrenciler açısından da yerine getirilmesi için ilan edilen sokağa çıkma yasaklarının bir an önce kaldırılarak, öğretim sürecine devam edilmesi gerekmektedir.

21.12.2015

Kaynaklar

Ataman, H. (2008) Eğitim Hakkı ve İnsan Hakları Eğitimi. İnsan Hakları Gündemi Derneği-İzmir

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Maarif Müfettişlerine Hukuk Çağrısı

Hükümetler ve kamu emekçileri arasında karşılaşılan hukuksal sorunlar 4688 Sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanununun yürürlüğe girmesinden önce Anayasanın 90.maddesinde yer alan ‘Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda  farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.’ hükmünün bir gereği olarak;  87, 98 ve 151 sayılı ILO Sözleşmeleri, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin 11.maddesi, Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı’nın ‘Toplu pazarlık yapma ve eylem hakkı’ başlıklı 28.maddesine de dayanılarak, oluşan hukuksuzluklara karşı yargı yoluna başvurulurdu.

Bu sorunlar, kanunun 2001 yılında yürürlüğe girmesinden sonra ufak tefek uyuşmazlıklar ortaya çıksa da çoğunlukla stabil bir seyir izledi.

Ancak 29 Aralık 2015 tarihinde KESK’in diğer emek ve meslek örgütleri ile birlikte almış olduğu karar gereği ‘Savaşa Hayır Barışı Savunacağız’ başlığıyla gerçekleştirdiği bir günlük hizmet üretmeme kararı hakkında, Hükümet üyeleri ve bürokratların yaptığı açıklamalar sonrası birçok ilde soruşturmalar başlatıldı.

Bu noktada hatırlatmak gerekir ki, sendikal eylem ve etkinliklerin disiplin cezası ile cezalandırılmasının hukuka aykırı olduğu ile ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay’ın bir çok kararı bulunmaktadır.

Bu kararlar, soruşturma açtıranlar ve soruşturmalarda görev alan maarif müfettişleri tarafından çok iyi  bilinmesine; yine Anayasa ve insan hakları sözleşmeleri ile güvence altına alınan sendikal faaliyet hakkının Türk Ceza Kanunu 118. maddesinde sendikal faaliyetlerin engellenmesinin ‘Suç’ olarak düzenlendiğinin de farkında olunmasına rağmen, hukuksuzlukta ısrar edilmeye devam edilmesi, soruşturma emirlerinin siyaseten verilmiş olduğunu göstermektedir.

Bu soruşturmaların çeşitli disiplin cezaları ile sonuçlanması halinde, 25 yıldır fiilen ve hukuksal olarak oluşmuş olan Hükümet-Kamu Görevlileri dengesini, çalışma barışını, sendikaların varlık nedeni olan eylem ve etkinlik yapma hakkını ortadan kaldıracağı ve sendikaları birer kanarya sevenler derneğine dönüştüreceği aşikardır.

KESK üyeleri bu sonucun farkındadır, hukuksal ve fiili-meşru mücadelelerini çeşitli platformlarda sürdürmektedir.

Bu noktada, soruşturma emrini verenler ve bu soruşturmalarda görev alanlar açısından ise bilinmesi gereken bazı noktaları belirtmek ve kayda geçirmek gerekiyor.

Öncelikle bir çok ilde Eğitim Sen ve KESK üyeleri TCK’nin 118.maddesine dayanarak soruşturma emri verenler ve soruşturmacılar hakkında suç duyurusunda bulundular ve bulunmaya devam edeceklerdir.

657 Sayılı Devlet Memurları Kanununun, ‘Devlet memurlarının görev ve sorumlulukları’ başlıklı 11.maddesinde ‘Devlet memuru amirinden aldığı emri, Anayasa, kanun, tüzük ve yönetmelik hükümlerine aykırı görürse, yerine getirmez ve bu aykırılığı o emri verene bildirir. Amir emrinde ısrar eder ve bu emrini yazı ile yenilerse, memur bu emri yapmağa mecburdur. Ancak emrin yerine getirilmesinden doğacak sorumluluk emri verene aittir. Konusu suç teşkil eden emir, hiçbir suretle yerine getirilmez; yerine getiren kimse sorumluluktan kurtulamaz.’ hükmü yer almaktadır. Bu hükme göre, 29 Aralık KESK ve diğer meslek örgütlerinin almış olduğu sendikal eylem için yürütülen soruşturmalar açıkça TCK.118 maddeye aykırı olmakla birlikte ‘Suç’ teşkil etmekte; uluslararası sözleşmelere, AİHM, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay kararlarını hiçe saymak anlamına gelmektedir.

Aynı kanunun ‘Kişisel sorumluluk ve zarar’ başlıklı 12.maddesinde ‘Devlet memurları, görevlerini dikkat ve itina ile yerine getirmek ve kendilerine teslim edilen Devlet malını korumak ve her an hizmete hazır halde bulundurmak için gerekli tedbirleri almak zorundadırlar. Devlet memurunun kasıt, kusur, ihmal veya tedbirsizliği sonucu idare zarara uğratılmışsa, bu zararın ilgili memur tarafından rayiç bedeli üzerinden ödenmesi esastır.’ hükmü yer almaktadır.

Çok olası görmüyoruz ama 29 Aralık sendikal eylemi disiplin cezaları ile sonuçlandırılıp, sendika üyeleri maddi ve manevi olarak zarara uğratıldıkları zaman doğal olarak yargı yoluna başvuracaklardır. Sonraki süreçte, daha önce de bir çok kararda olduğu gibi bu cezaları yargısal süreç sonunda iptal ettirirlerse, uğradıkları maddi ve manevi kayıplarını tazmin etme yoluna gidebilirler. Bu durumda, devreye 657 Sayılı DMK’nin 11 ve 12.maddeleri girecektir.

Umarız süreç bu şekilde işlemez.

Buradan yetkililere; hukuksuz olduğu, sendikal eylem ve etkinlikleri engelleme anlamında suç oluşturduğu, çalışma barışının ortasına bir bomba gibi düştüğü ortada olan bu soruşturmalara bir an önce son verilmesi; maarif müfettişlerine de, soruşturma süreçlerinde hiçbir etki altında kalmadan sadece hukukun üstünlüğüne sahip çıkma çağrısı yapıyoruz.

28 Mart 2016

 

 

 

 

 

 

 

 

Sendikal Hakların Kullanılmasının Engellenmesi Suçtur!

Otoriter iktidarlar tarafından, sendikal hakların kullanılmasının engellenmesine karşı başvurulması gereken iki yoldan söz edilebilir.

Birinci yol, başta uluslararası sözleşmeler, AİHM kararları, anayasal ve yasal düzenlemeler, toplu sözleşmeler, yargı kararları ve sendikal hakların kullanımına yönelik genelgelerdir. Bu konuda KESK, DİSK, TMMOB ve TTB tarafından, 29 Aralık 2015 tarihinde gerçekleştirilen 1 günlük grev eylemine yönelik olarak, özellikle il milli eğitim müdürlükleri tarafından yürütülen soruşturmalar kapsamında Eğitim Sen Genel Merkezi tarafından hazırlanan ifade taslakları, bu unsura dair önemli örneklerdir. Titizlikle hazırlanmış bu taslaklar, eğitim emekçileri için önemli bir dayanak noktası olacaktır.

İkinci yol ise sendikal hakların engellenmesinin Türk Ceza Kanununda ‘Suç’ olarak düzenlenmiş olmasıdır. Konuyu biraz açacak olursak; TCK’nin, ‘Hürriyete Karşı Suçlar’ başlıklı 7.bölümünün, ‘Sendikal hakların kullanılmasının  engellenmesi’ başlıklı alt bölümünde yer alan 118.maddesinin 2.fıkrasında; “Cebir veya tehdit kullanılarak ya da hukuka aykırı başka bir davranışla bir sendikanın faaliyetlerinin engellenmesi halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.”  hükmü yer almaktadır.

Bu hükme göre, zor, zorlayış anlamına gelen cebir; gözdağı anlamına gelen tehdit veya hukuka aykırı başka bir davranışla bir sendikanın faaliyetlerinin engellenmesi suç teşkil eden bir davranıştır.

29 Aralık 2015 tarihinde sendika üyesi memur, işçi veya diğer pozisyonlardaki çalışanlar tarafından yapılan 1 günlük grev eylemi, yapılmış ve bitmiş bir eylem olduğu için herhangi bir şekilde engellenmesi söz konusu değildir. Ancak grev eylemi sonrası, sendika üyesi çalışanlara ilişkin yürütülen soruşturmalar; hem uluslararası mevzuat ve uluslararası yargı kararları, hem de iç mevzuat ve yargı kararları açısından, sendikanın hak arayışı çerçevesinde, bu aşamadan sonra yapması muhtemel eylemleri ve faaliyetleri engelleyici niteliktedir. Bu noktada idare, sendikal hakların kullanımıyla ilgili mevzuatı ve yargı kararlarını yok saymakta, adeta ayaklar altına almaktadır. İdarenin, bu soruşturmalarda 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun disiplin hükümlerini mi yoksa başka bir düzenlemeyi mi esas aldığı bilinmemektedir. Ancak her ne şekilde olursa olsun, yürütülen bu soruşturmalar mevzuata aykırıdır.

Bizzat Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, NTV’ye yapılan açıklamada, “Okulda grev olmaz, olamaz. Bazı sendikalar bu iş yerinde grev vardır gibi yazılar asıyorlar okullara. Okulda grev olmaz. Okul grev yapılacak iş yeri tanımına girmez. Dolayısı ile bu sendikal bir hak değil, sendikal bir eylem değil. Bunlarla ilgili soruşturmalarımız var. Bundan sonra olacakları için de tedbirlerimiz var. Bu hareketlerin başka amaçlarla yapıldığını yapanlar da, biz de biliyoruz. Biz orada gerekeni yapıyoruz, yapacağız.”  şeklinde beyanlarda bulunmuştur.

Yine, MEB tarafından, ‘Eğitim Hakkını Engelleyici Eylemler’ başlığıyla okullara gönderilen yazıda, eğitim çağında bulunan öğrencilerin eğitim hakkını engelleyen, öğrencileri ve velileri, okulu boykot etmeleri yönünde teşvik eden, görev ve yükümlülüklerini yerine getirmeyip meri mevzuata aykırı eylemlerde yer aldığı belirlenen kamu görevlilerinin, kanıtlayıcı bilgi ve belgelerle bakanlığa bildirilmesi istenmiştir.

Bizzat Bakan’ın açıklamaları ve Bakanlığın ‘Eğitim Hakkını Engelleyici Eylemler’ başlıklı yazısı, sendikal hakların kullanılmasının engellenmesine yönelik fiillerdir. Bu sözler ve yazı bir yönüyle de, sendikal faaliyetleri önlemeye yönelik hukuka aykırı davranış ve tehdit anlamına da gelmektedir.

Bu anlamda, Bakanlık yetkilileri ve soruşturmalarda görev alan muhakkiklerin, sendika üyesi emekçiler lehine olan onlarca uluslararası mevzuat ve yargı kararlarının yanında, sendikal hakların kullanılmasının engellenmesine yönelik eylemlerin TCK’nin 118.maddesi 2.fıkrasına göre suç teşkil ettiğini de akıldan çıkarmamalarını salık veririz.

23 Mart 2016

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Barış Grevi Haksız mıydı?

KESK ve Eğitim Sen, 29 Aralık 2016 tarihinde, ülkemizin Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yer alan bazı il, ilçe ve mahallerde hayata geçirilen sokağa çıkma yasakları ve çatışmalar nedeniyle; kamu hizmeti sunmakla görevli kamu emekçilerinin, ailelerinin ve kamu hizmetinden yararlananların sadece kamu hizmeti sunma ve alma hakkı değil yaşam haklarını da tehdit eder boyutlara  ulaşmasından bahisle söz konusu bölgelerde binlerce öğretmenin izine gönderilmesi sonucunda on binlerce öğrencinin eğitim hakkının askıya alındığını, sürekli çatışma ortamında kamu çalışanlarının ve yurttaşların evleri ve kendilerinin hedef haline geldiğini, insanların elektriksiz, susuz bırakılarak hastalık ve açlık tehlikesiyle burun buruna bir yaşama itildiğini gerekçe göstererek, 1 günlük grev kararı almış ve uygulamıştı.

Bu kararın ve barış grevinin üzerinden yaklaşık 5 ay geçti ve gelinen aşamada Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yer alan birçok il ve ilçede bırakın eğitim hakkını, yaşama ve barınma hakkından bile söz edilmesi mümkün değil. Sadece çatışmaların ve sokağa çıkma yasaklarının sürdüğü yerlerde değil, Kilis ilinde de eğitim-öğretim büyük oranda aksamış durumda. Basına yansıyan haberlerde, Kilis’teki ortamdan etkilenerek en yakın il olan Gaziantep’e nakil yaptıran öğrenci sayısı azımsanmayacak sayılara ulaştı. Kilis’te adı konulmamış bir okulların tatil edilmesi durumu var. Mayıs ayı başında bizim de bir yakınımız 11. ve 12 sınıftaki iki kızını Gaziantep’teki okullara nakil yaptırdı. 

Yaşanan çatışmalı ortamın, eğitim hakkını ortadan kaldırdığını kanıtlayan önemli bir gelişme de Sözcü Gazetesi yazarı Saygı Öztürk  tarafından gündeme getirildi. Öztürk, Sözcü Gazetesinin 22 Mayıs 2016 tarihli nüshasındaki yazısında şu iddiaları gündeme getiriyor; “Sınırımızda ilginç gelişmeler var… Güneydoğu'da okullarda bayrak törenlerimiz yapılamazken il milli eğitim müdürlüklerinin okullara gönderdiği bir yazı dikkat çekiyor. Genelgede şöyle deniliyor: Seferberlik ve Savaş Hali Tüzüğü, Yedek Personel Erteleme Yönetmeliği gereği; seferberlik ve savaş halinde eğitim-öğretim faaliyetlerinin aksatılmadan yürütülebilmesi için sefer görev emri belgesi bulunan personelin ekteki çizelgeyi doldurarak müdürlüğümüze göndermeleri hususunda gereğini rica ederim.”

Bu durum yoruma meydan bırakmayacak kadar açıktır. Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde eğitim-öğretim aksamaktadır. Genelgeye göre bir seferberlik ve savaş hali sözkonusudur. Bu durumun bir başka göstergesi de MEB 2015-2016 eğitim istatistiklerinde, Türkiye genelinde % 79 olan ortaöğretimdeki okullaşma oranının,  Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri’nde bazı illerde % 49’lar seviyesine düşmüş olmasıdır.

Bu tespitler, bir ülkede yaşanacak olan bir dış ya da iç çatışmanın en fazla eğitim ve öğretimi etkileyeceğini açıkça göstermektedir.

KESK tüzüğünün, 4.maddesi g fıkrasında  yer alan “Savaşsız ve sömürüsüz bir dünya amacıyla; ülkede ve dünyada savaşa karşı kalıcı  barışın yaratılması, tüm ulusların eşit ve özgürce geleceklerini belirleyebilmelerinin ve evrensel insan haklarının önündeki engellerin kaldırılması, faşizme karşı demokrasi, emperyalizme karşı bağımsızlık, baskılara karşı özgürlük, ırkçılığa ve şovenizme karşı halkların kardeşliği için mücadele etmeyi amaçlar” maddesi gereği barışı savunarak grev yapan kamu emekçilerinin haklı olduğu acı bir şekilde ortaya çıkmıştır.

Bu anlamda 29 Aralık grevi nedeniyle kamu emekçilerine yönelik başlatılan soruşturmalar, kovuşturmaya yer olmadığı gerekçesiyle bir an önce sonlandırılmalı ve insanca yaşamanın en önemli koşulu olan barış koşullarının sağlanması için çözüm süreci yeniden başlatılmalıdır.

23 Mayıs 2016

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Eğitim Sistemi Darbe Sürecini Nasıl Atlatır?

Başta Cumhurbaşkanı, parlamento içindeki ve dışındaki bütün siyasi partiler, bütün sendikalar, bütün sivil toplum kuruluşları, emniyet güçleri, darbe girişimine katılmayan askerler başta olmak üzere hemen hemen bütün Türkiye halkı, bizim de başından bu yana lanetlediğimiz bu alçak darbe girişimine karşı destansı bir direniş sergiledi.

Darbe sürecinden en çok etkilenen eğitim sistemi, toplumun hemen hemen tümünü ilgilendirmesi anlamında önümüzdeki günlerde de gündemde olacaktır.

Üç aylık olağanüstü hal uygulaması ilan edilmesiyle birlikte gelinen aşamada kamu idareleri tarafından uygulanan tedbirlerle bugüne kadar 35 sağlık kuruluşu, bin 43 özel öğretim kurumu bin 229 vakıf, 19 sendika ve 15 vakıf üniversitesi kapatıldı.

Darbe girişiminin ardından bakanlıklar ve kamu kurumlarında on binlerce personel görevden alındı. Başbakanlık, İçişleri Bakanlığı, YÖK, Milli Eğitim Bakanlığı, MİT, Diyanet İşleri Başkanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Maliye Bakanlığı ve Enerji Piyasası Denetleme Kurumu'nda toplam 28 bin 321 kişi görevden alındı. Bunun yanında Milli Eğitim Bakanlığı özel eğitim kurumlarında görev yapan 21 bin öğretmenin lisansını da iptal etti. Toplamda ise 49 bin 321 kişi görevden alınmış oldu.

Yetkililer tarafından bu sürecin devam edeceği yönünde açıklamalar da yapılıyor.

Kapatılan okul öncesi, ilk ve ortaöğretim okullarında 128 bin civarında, üniversitelerde on binlerce, yurtlarda binlerce öğrencinin olduğu biliniyor.

Yine darbe girişimi nedeniyle Öğretmenlik Alan Bilgisi Testinin (ÖABT) 20 Ağustos 2016 tarihine ertelendiği bilinmektedir.

Bu durum karşısında MEB kuşkusuz çeşitli tedbirler almayı düşünmektedir. Ancak bu noktada 2016-2017 öğretim yılının açılmasına 1 aydan biraz fazla bir süre kaldığı düşünülürse bu tedbirlerin bir an önce bir takvim eşliğinde kamuoyuna duyurulması gereklidir.

Bize göre bu sürecin en az hasarla atlatılması için ivedi olarak şu tedbirlerin alınması gereklidir;

-Kapatılan okul öncesi, ilk ve ortaöğretim okullarında öğrenimlerine devam etmekte olan her kademeden öğrencinin, kamuda muadili okullara nakillerinin yapılması için bu okullarda yeni kontenjanlar açılmalıdır. Her seviyedeki okullar mevcut yönetmeliklerine göre bu öğrencilerin naklini bir an önce gerçekleştirmelidir.

-Yükseköğrenim öğrencileri için YÖK hemen toplanarak üniversiteler bünyesinde kapatılan üniversitelerin kontenjanlarına uygun yeni kontenjanlar belirlenmeli ve 2016 Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Sistemi Kılavuzuna eklemelidir.

-Kapatılan yurtlardaki öğrenciler için devlet yurtlarında yeni kontenjanlar belirlenerek bu öğrencilerin nakilleri sağlanmalıdır.

-Görevden alınan ve lisansları iptal edilen öğretmenlerin yerine ÖABT sonucu 1 hafta içinde açıklanarak, bu sonuçlara göre kadrolu öğretmen ataması yapılmalıdır.

-Üniversitelerde oluşan öğretim görevlisi açıkları için pozisyonlara uygun duyurular yapılarak yönetmeliklere uygun alımlar yapılmalıdır.

Her derece ve türdeki okul ve yurtlara kısa sürede kontenjan açılması gerekli olan bina ve fiziki koşullar için el konular okul, yurt ve üniversite binaları kullanılmalı, bu binalar ilgili üniversite ve okullara bağlanarak ya da ad verilerek yeni sürece bir an önce başlanmalıdır.

Bir kez daha yapılan bu alçak darbe girişimini lanetlediğimizi ifade ederek, bu ve benzeri tedbirler en kısa sürede hayata geçirilmeli, bu süreçten etkilenecek olan her kademedeki öğrencilerimizin yüreğine bir nebze olsun su serpilmelidir.

 25 Temmuz 2016

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

11 285 Öğretmenin Sorumlusu Okul ve Şube Müdürleridir

MEB, 8 Eylül tarihinde 11 285 öğretmeni terör örgütü ile bağlantılı olduğu için açığa aldı. Ben ve eşim de bu listede yer alan iki öğretmeniz. Olay gecesinden bu yana bu listede nasıl yer aldığımızı düşünüp duruyoruz. Çünkü Eğitim Sen üyeliği ve Eğitim Sen’in aldığı kararlar gereği yapılan eylemlere katılma dışında herhangi bir suç işlediğimiz kanaatinde değiliz.

Ancak bu 11 285 öğretmen listesinin nasıl oluşturulduğunu 13 Eylül tarihi itibarıyla öğrenmiş bulunmaktayım. Yazıyorum.

MEB, okul ve kurumlardan Şubat 2016 tarihinde, Bakanlığa bağlı okul ve kurumlarda görevli personelin, güvenlik kuvvetlerince bölücü terör örgütüne karşı yürütülen iç güvenlik operasyonları ile güvenlik amacıyla alınan diğer tedbirleri ve bazı illerde ilan edilen sokağa çıkma yasağını akamete uğratmak ve eğitim öğretim hakkını engelleyici nitelikte eylemlere katılarak terör örgütüne destek verici nitelikte faaliyetlerde bulunan  öğretmenlerin listesini istiyor.

Aklı-evvel okul ve kurum müdürleri, ya kendilerini kurtarmak, ya bilinçli Eğitim Sen düşmanlığı, ya ırkçı-faşist kimliklerinin gereği, ya da FETÖ örgütü yandaşı olup kaos yaratmak amacıyla okulundaki Eğitim Sen üyesi öğretmenlerden Eğitim Sen’in almış olduğu karar doğrultusunda, 21 Aralık ve 29 Aralık eylemlerine katılanları listeleyerek Milli Eğitim Müdürlüklerine bildiriyor. Bazı okul müdürleri, yazıyı böyle yorumlamayarak, eyleme katılanları bildirmiyor. Bunun üzerine ilçe ve il milli eğitim şube müdürleri Bakanlık yazısını, 21-29 Aralık eylemlerine katılanların bildirilmesi şeklinde yeniden okullara gönderiyor. Bu öğretmenler hakkında Nisan-2016 tarihinde soruşturma açılıyor. Soruşturma sonucunda dosyalar Bakanlığa gönderiliyor. Bakanlıkta 5 ay bekletilen dosyalar, muhafazakâr tabanda FETÖ operasyonları nedeniyle yaşanan rahatsızlığı gidermek ve düşünülen neoliberal çalışma düzenini hayata geçirmek için bir silah olarak kullanılıp, 11 285 öğretmenin açığa alınması ile sonuçlanıyor.

Bu süreç ihraç kararıyla sonuçlandığında, bu ihraçların sorumlusu okul ve şube müdürleridir. Çünkü hiçbir somut delile dayanmadan sadece sendikal eylemlere katılan öğretmenleri bölücü terör örgütü yandaşı olarak değerlendirerek iftira atılması, insanların geleceğiyle oynanması, haksız yere suçlanması, işinden-aşından olması, çocuklarının geçimini sağlayamayacak düzeyde mağdur olmasına neden olacaktır.

Bu durum bizlerin mağdur olmasının yanında aynı zamanda bizlere iftira atan okul ve şube müdürlerinin de yargılanması sonucunu doğuracaktır. Şöyle ki;

Türk Ceza Kanununun ‘İftira’ başlıklı 267 maddesine göre cezai müeyyideyi gerektirir. Bu maddeye göre;

“ (1) Yetkili makamlara ihbar veya şikâyette bulunarak ya da basın ve yayın yoluyla, işlemediğini bildiği halde, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Bu maddeye göre, hiçbir somut delile dayanmadan, öğretmenleri, sadece sendikal eylemlere katılmaları nedeniyle, yetkili makamlara ihbar ve şikâyette bulunan okul ve şube müdürleri suç işlemiştir. Bu şikâyetler nedeniyle iftira suçundan yargılanacaklardır. Çünkü bu 11 285 öğretmen hakkında bırakın somut delil veya kesinleşmiş yargı kararını, adli soruşturma veya yargılama dahi söz konusu değildir.

Yine bu süreçte sendika üyelerinin, bölücü örgütle bağlantılı olduğu imajı oluştuğu ve okuldaki sendikal faaliyetlerin kesintiye uğraması, zorla işyerinden uzaklaştırılmaları nedeniyle TCK 118.maddede düzenlenen sendikal hakların engellenmesi suçu söz konusudur.

Ayrıca okul müdürü ve şube müdürlerinin bu eylemleri nedeniyle TCK 257.maddede düzenlenen görevi kötüye kullanma suçunu da işledikleri kanaatindeyiz.

MEB, yapmış olduğu bu işlemle çalışma barışını dinamitlemiş, öğretmenleri ve okul müdürlerini ateşe atmıştır. Hiçbir somut delile dayanmadan öğretmenleri sadece sendikal eylemlerinden dolayı terör örgütü yandaşı olarak gösteren okul ve şube müdürleri yarından itibaren yargılanmaya başlanacaktır.

Başta ben ve eşimi hiçbir somut delile dayanmadan, sadece Eğitim Sen’in almış olduğu karar doğrultusunda 29 Aralık eylemine katıldığımız için terör örgütü yandaşı gibi gösteren okul müdürü ve şube müdürü hakkında suç duyurusunda bulunacağım. Bu listede yer alan bütün arkadaşlarımın da kendi okul ve şube müdürleri hakkında suç duyurusunda bulunmalarını öneriyorum.

14 Eylül 2016

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yeni Öğretim Yılı Bizler için Başlamıyor!

Belki de yazı hayatımın en sıkıntılı yazısını yazıyorum.

2015 yılında, 7 Haziran ve 1 Kasım’da olmak üzere iki genel seçim atlatmış, ilkinde Hükümet kurulamamış, ikincisinin sonucunda ise Ahmet Davutoğlu’nun Başbakanlığındaki AKP Hükümeti ile yola devam etmiştik.

 2015 yılının sonlarına yaklaşırken, ekonomik göstergelerin bozulması ve ‘Çözüm Süreci’nin bitirilmesi, ülkeyi adeta bir kaos cenderesinin içine çekmiş; yaşanan bu çatışma süreci, ülkede kısmen yaşanmakta olan demokratik ortamı da ortadan kaldırmaya başlamıştı.

 Bu esnada, bizim de üyesi olduğumuz Eğitim Sen ve KESK, tüzüklerinde yer alan ilkelere ve yasal prosedüre dayanarak, yaşanacak çatışmalar nedeniyle çocukların eğitim haklarının ellerinden alınmaması için 29 Aralık 2015 tarihinde 1 günlük iş bırakma kararı almış ve biz de bu karara uyarak o eyleme eşimle birlikte katılmıştık.

 Bugüne kadar usulüne uygun olarak alınan sendikal kararların soruşturma konusu olmayacağına dair onlarca yerel mahkeme, Danıştay ve Anayasa Mahkemesi kararı varken ve aynı yasal mevzuat yürürlükteyken, daha önce yapılan Gezi olayları protestosu, Kobani olayları protestosu gibi siyasal olaylarla ilgili yapılan iş bırakma eylemleri soruşturma konusu yapılmazken, aynı eylem ülkenin farklı illerinde de suç oluşturmazken, bu eylem nedeniyle 11 bin 300 öğretmenle birlikte ben ve eşimin de 1 Eylül tarihi itibarıyla görevden uzaklaştırıldığımızı öğrendim.

 25 yıldır aynı heyecan ve istekle sürdürmekte olduğumuz öğretmenlik görevinden, bir süreliğine de olsa geçici olarak uzaklaştırılmamız, ikimizde de derin üzüntüye yol açmıştır. Meslek hayatımızın en verimli döneminde, adeta kendi çocuklarımız gibi sevdiğimiz ve bağlandığımız öğrencilerimizden bu şekilde kendi isteğimiz dışında apar-topar ayırılmamız, bu kararı alanların eğitimden ve çocuk psikolojisinden ne derece anladığını göstermektedir.

 Tarihte çokça yaşanıldığı gibi olağanüstü dönemler gelip-geçicidir.

 Bu dönem de geçecektir.

 Bizler, Anayasayı yapanların ve uygulama merciinde olanların bile Anayasaya, hukuka ve yasalara uymayacaklarını açıkça meclis kürsüsünden seslendirdiği bu ülkede, hukukun üstünlüğü ilkesinin hayata geçmesi için elimizden gelen bütün çabayı gösterdik ve göstermeye de devam edeceğiz. Çünkü hukuk, kimsesizlerin en temel dayanağıdır.

Yaşayacağımız kişisel mağduriyet, ülkenin içine sürüklendiği kaos ortamının ve bu kaos ortamında geleceği çalınan çocuklarımızın mağduriyetinin yanında devede kulak bile değildir. Demokrasi ve hukuk hepimize hava kadar, su kadar gereklidir ve biz demokrasi mücadelesini sürdürmeye devam edeceğiz.

15 Eylül 2016

 

MEB, Bu Hoyratlığı Neden Yapıyor?

Okulların açılmasının üçüncü haftası. Binlerce meslektaşım gibi benim için de okullar açılmadı!

Açıktayım, devletin resmi diliyle ‘görevden uzaklaştırıldım’. Milli Eğitim Bakanlığı, benim, görevimin başında kalmamda sakınca görüyor.

Nedeni de üyesi olduğum sendikamın yaklaşık 9 ay önce aldığı bir günlük okula gitmeme kararına binlerce arkadaşımla birlikte katılmış olmam.

Ben, bir gün okula gitmemekle sendikal hakkımı kullandığımı düşünürken, Milli Eğitim Bakanlığı benim, öğrenci ve velileri, okulu boykota teşvik ettiğimi, öğrencilerin eğitim hakkını engellediğimi iddia ediyor.

Bu iddiaların asılsızlığı soruşturma sonunda ortaya çıkacak şüphesiz. Ancak soruşturma sonuçlanıncaya kadar benim, görevimin başında kalmamda ne sakınca var ki?

Ben bir sınıf öğretmeniyim.

Çocukların eğitim hakkını nasıl engellediğimi, düşünemiyorum bile.

Sevgimden, onlara yeterince vermedim mi?

Bilgi birikimimi müfredatla harmanlayıp, değişik yöntem ve tekniklerle onlara aktarmadım mı?

Satranç gibi, melodika, görsel sanatlar, futbol, basketbol, yüzme gibi beceri isteyen çeşitli etkinliklerle yetenekli öğrencilerin, yeteneğini ortaya çıkarmak için gereken çalışmaları yapmadım mı?

Bir tek öğrenciyi bile okuldan nefret ettirdim mi?

Çok ödev vererek yükü velilerin omuzuna yükledim mi?

Bir gün okula gelmemekle öğrencilerin eğitim hakkı engelleniyorsa, bu suçu işleyip, işlemediğim konusunda geçmiş meslek hayatıma bakılabilir. Sendikal kararlar dışında herhangi bir mazeret izni, hastalık izni veya başka bir izin kullanarak okula gelmemişsem, Bakanlık haklıdır, diyeceğim.

Meslek hayatım boyunca bırakın velileri okulu boykot ettirmeye çalışmayı, onların okula sık sık gelip, bizimle ve okul idaresiyle işbirliği yapmaları yönünde olağanüstü çaba harcadığımı beni tanıyan herkes bilir.

Bakanlığın iddialarına sadece üzülüyorum, içim acıyor, o kadar.

Geçen yıl birinci sınıfta 33 öğrencim vardı, bu yıl ikinci sınıf olduk, biz de öğrencilerle birlikte sınıf geçiyoruz.

Şimdi öğrencilerim bensiz, ben onlarsız kalacağım.

Tarafsız bir soruşturmacı, benim, öğrencilerin eğitim hakkını engellediğimi değil, onları ısrarla devamsızlık yapmamaları için sık sık aradığımı bilir.

Göreve dönersek yine aynı meslek aşkı ve çocuk sevgisiyle görev yapacağım kuşkusuz.

-Ancak Ahmet ‘Tulavete’, Ahmet Can ve Ali Kağan ‘Tuvalete’ gitmek için rahatlıkla benden istedikleri izini, yeni öğretmenlerinden de bu kadar kolay isteyebilecek mi?

-Asude ve Ayşegül’ü, hayal âlemine daldıkları ve dersten koptukları anlarda çenelerini sıkarak kim derse döndürecek?

-Berkay’ın heyecanlı ve kesik kesik konuşmasını yeni öğretmen anlayana kadar epey zaman geçmeyecek mi?

-Ecenur’un oyuncak sevgisi ile özgün el işi çalışmalarını dersin herhangi bir zamanında arkadaşlarına göstermesine izin verilecek mi acaba?

-Elfin, akraba olmamızın avantajıyla koşup koşup yanıma geldiği gibi yeni öğretmeninin yanına gidebilecek mi?

-Farah ve Ömer, aylarca ağlamalarına rağmen, sabırla onları sınıfa adapte ederken verdiğim emekler boşa gidip yeniden ağlamaya başlarlar mı, bilmiyorum.

-Eray, züccaciye dükkânına girer gibi sınıfa girerken, sınıfın en uyumlu öğrencilerinden biri olmuştu. Şimdi Eray’a, ‘öğretmenin gelmeyecek’ dendiğinde ‘Niye’ diye yüksek sesle sormayacak mı?

-Zeliha’nın kulaklarındaki cihazdan, Kerem ve İsmail’in görme bozukluklarından dolayı en ön sırada oturtulmaları sağlanacak mı?

-İbrahim Halil, Nısanur ve Senanur, öğretmenlerinden ayrılmalarını olanca sessizlikleriyle karşılayacaklar mı?

-Özgür, sırasında bağdaş kurup oturabilecek mi?

-Gülsu’nun, aileden gelen hırçınlığını ve asiliğini yeni meslektaşım kısa sürede anlayabilecek mi?

-Ezgi, Taha ve Ali, o sessiz ve derinden yürüttükleri çalışmalarına devam edebilecek mi?

-Talha, gördüğü ve hayal ettiği hayvanları kime anlatacak?

-Onur, kime yan yan ve baygın baygın bakacak?

-Zeynep, hiç oturmadan derse devam edebilecek mi, yoksa derste ayakta durulmaz diye azarlanıp, içindeki çağlayanın kurumasına mı neden olunacak?

-Birbirinden farklı üç Yusuf, özgünlükleriyle sınıfa renk katmayı sürdürebilecek mi?

-Nisanur Y., soyadındaki gibi yalnızlığını giderdiği sınıfında, aynı sıcaklığı görebilecek mi?

-Gerçek bir nehir olan Nehir’in coşkun akışı sürecek mi?

-Kalem tutuşuyla, hırçınlığıyla, sevimliliğiyle, sadece derste öğrendikleriyle bile yetebilen zekâsı ve de geçimsizliğiyle bilinen Esmer sınıfta absorbe edilebilecek mi?

-Ayşe Naz’ın tatlılığı ve zekası sekteye uğrayacak mı?

-Bir oyuncak bebek kadar tatlı, ancak yaşının küçük olması nedeniyle geride bıraktığımız Tuana’yı bu yıl göremeyeceğim.

-Sadece sınıfımdaki öğrencileri mi özleyeceğim?

-Tabi ki hayır?

-Kantinde sohbet ettiğimiz ve zaman zaman kucağıma alıp öğretmenler odasına getirdiğim Ecrin’i, arkadaşlarla sınıf değişimi yaparak, müzik ve satranç derslerine girdiğim üç sınıfın öğrencilerini, koridordan sınıfa girerken birbirimizle silahçılık oyunu oynadığımız Arda’yı, Erdal hocanın yıldızları Ece ve Melek’i, hep güler yüzlü Şahsenem’i daha birçok öğrencimi özleyeceğim.

-Devletin soğuk yüzünü daha önceki deneyimlerimden bilirdim ancak sözkonusu öğretmen, öğrenciler, veliler ve bir bütün olarak eğitim olduğunda daha vicdanlı, öğrenci ve öğretmen psikolojisinden anlayan ve ‘Okul’u, entrikaların döndüğü, çıkarların çatıştığı, her türlü olumsuz insan ilişkilerinin yuvası haline gelmiş diğer devlet kurumlarından farklı değerlendirmesini beklerdim.

-Çünkü okul diğer devlet kurumlarına benzemez, okulda sevgi, saygı, vicdan, duyarlılık, arkadaşlık, dostluk, vefa, empati ve öğrenciyi kapasitesi doğrultusunda bir adım öteye taşımak için gösterilen yoğun çaba vardır.

-Politikacılar ve bürokratlar bu duyguları anlamaz.

-Bu nedenle asılsız iddialarla öğretmeni, öğrencisinden ayırmanın, yani ‘Görevden uzaklaştırma’ hoyratlığının bu kadar kolayca hayata geçirildiğini görüyoruz.

-Yol yakınken bu hoyratlıktan vazgeçin.

-Zaten asılsız iddialarla bizleri basında ve toplum önünde açıkça teşhir ettiniz. Soruşturma sonunda suçsuzluğumuz ortaya çıktığında, ne bizim ne de öğrencilerimizin yaşadığı psikolojik çöküntüyü gideremezsiniz.

-Bu hoyratlıktan vazgeçin.

-Beni, öğrencilerimle buluşturun.

19 Eylül 2016

 

 

Hukuk, En Çok Sendikalara Lazım!

Aktif Sen üyesi öğretmenlerin KHK ile meslekten ihraç edilmelerinin üzerinden 2 ay, çoğunluğu Eğitim Sen üyesi 11 285 öğretmenin 29 Aralık 2015 eylemi nedeniyle açığa alınmalarının üzerindense yaklaşık 20 gün geçti.

Bu süreçte Eğitim Sen’in her düzeyde, diğer sendikaların ise konuyla ilgili basın açıklaması düzeyinde bile olsa sahip çıkan ve müdahil olan açıklamalar yapması hukuka ve hukukun üstünlüğüne olan inancın pekişmesi anlamında umut vericidir.

Gelinen aşamada CHP’nin genel başkan düzeyinde bu hukuksuzluklara karşı koymaya, hukukun üstünlüğü çerçevesinde konuyu gündemde tutmaya ve ana muhalefet partisi olmanın kendisine verdiği hukuksal hak arama yollarına başvurmaya başlamasıyla, kamuoyunda da hukukun üstünlüğü ilkesinin yer bulmaya başladığını görüyoruz.

CHP’nin bu tutumu çok önemlidir ve olağanüstü hal uygulamasının hukukun sınırları içinde kalmasının sağlanması açısından hayati değere sahiptir. CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun son olarak il başkanları toplantısında verdiği mesaj da yaşanan hukuksuzlukların önlenmesi ve mağduriyetlerin takip edilmesi anlamında çok açık ve nettir.

Şimdi sendikaların yaptıkları açıklamalara kısaca bakalım;

Eğitim Sen şu açıklamayı; “15 Temmuz darbe girişimi sonrasında kamuda başlatılan ve darbecilere yönelik olduğu iddia edilen soruşturmalarla kitlesel açığa almalar yaşanmıştır. Eğitim Sen, kamuda yürütülen darbe soruşturmalarında açığa alınanların, hangi siyasi görüşten olduğuna, hangi sendikaya üye olup olmadığına bakılmaksızın, mutlaka hukuk kuralları içinde ve büyük bir titizlikle yapılmasını, tek bir kişinin bile mağdur edilmemesi gerektiğini vurgulamıştır.” 

Türk Eğitim Sen şu açıklamayı; “Darbe girişimi sonrasında Hükümetin, bir infialle olayları sağlıklı değerlendirememesi sonucunda, olması gerekenden daha sert ve radikal adımlar atmasını ilk başta anlayabiliriz. Hükümetin bu tedbirleri dikkatle, hukuk ölçülerini terk etmeden, insan hakları temelinde yapmasını uygun buluyoruz. Türkiye Kamu-Sen olarak soruşturmaların böyle yapılması gerektiğini her yerde ifade ettik.”

Eğitim Bir Sen şu açıklamayı; “Açığa alınan öğretmenlerin soruşturma ve ayıklanma sürecinde adalet ilkelerinden kat’i surette vazgeçilmemeli; bir tek teröristin dahi öğretmen hüviyetini taşımasına müsaade edilmemeli ve bir tek eğitimcinin dahi haksız yere terörist muamelesi görmesine asla göz yumulmamalıdır.”

Eğitim İş de şu açıklamayı yapmıştır; “Kurulduğu günden bu yana Atatürk İlke ve Devrimlerini ulusun bölünmez bütünlüğünü savunan Eğitim-İş her türlü teröre karşıdır. Elbette teröristten öğretmen olmaz. Terör örgütüyle kimin ilişkisi varsa açığa alınıp görevden uzaklaştırılmalıdır. Ancak bu hukukun evrensel kuralları çerçevesinde yürütülecek soruşturmalar ve somut deliller üzerinden yapılmalıdır. Hiçbir soruşturma yapılmadan binlerce öğretmenin mesleğinin terör örgütü bahanesiyle elinden alınması kabul edilemez.”

Açıklamalarda dikkati çeken husus, olağanüstü dönem bile olsa hukuktan, adaletten, insan haklarından ve hukukun üstünlüğünden asla vazgeçilmemesi gerektiğidir. Bu husus çok önemli ve anlamlıdır. Özellikle bir çok darbe yaşamış ve darbe sonraları haksızlıklara ve hak kaybına uğramış binlerce mağdurun yaşadığı ülkemizde, bu hak kayıplarının yıllar sonra yüksek yargı organları ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından muhataplarına iade edileceği gerçeği gözden kaçırılmamalıdır.

Darbeyi ve olağanüstü hal yasasını fırsat bilerek, hukukun dışına çıkıp, 657 sayılı DMK, 5237 sayılı TCK ve memurların özel kanun ve yönetmeliklerinde yer almayan, somut delillere dayanmayan soyut suç tanımlarıyla insanları mesleklerinden edip cezalandırmak, ne insan haklarıyla, ne adaletle, ne hukukla, ne de hukukun üstünlüğü ilkesiyle bağdaşır.

Hukuk her kesime olduğu gibi sendikalara da lazımdır. Her dönem iktidarlar kendi suç tanımını yapmamalı evrensel hukuk kurallarına sadık kalmalıdır. Unutulmasın ki geçmişte başörtüsünün ve dini ibadetlerin memuriyetten çıkarılma nedeni olduğu günlerde mücadele edenler, yanıbaşında hem hukuki hem de manevi anlamda demokrasi mücadelesi verenleri bulmuşlardı. Yarın, başka bir hükümetin yeni suç tanımları yapmayacağı bilinebilir mi?

Bu nedenlerle başta eğitim sendikaları olmak üzere toplumdaki bütün kesimler hukuka ve hukukun üstünlüğüne sahip çıkmalıdır.

26 Eylül 2016

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

MEB, Cezada da Ayrımcılık Yapıyor!

Mili Eğitim Bakanlığı, belki de cumhuriyet tarihi boyunca örneği görülmemiş bir ceza uygulamasını/komedisini sadece eğitim kamuoyu değil, bütün ülke kamuoyunun gözleri önünde hayata geçiriyor.

Aslında konuyu takip eden herkesin malumu ama biz yine de kısaca özetlemek istiyoruz.

KESK ve Eğitim Sen, ülkemizin Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yer alan bazı il, ilçe ve mahallelerde hayata geçirilen sokağa çıkma yasakları nedeniyle binlerce öğretmenin izine gönderilmesi sonucunda on binlerce öğrencinin eğitim hakkının askıya alındığı ve günlük yaşamın sürdürülemez hale geldiğinden bahisle 29 Aralık 2015 tarihinde, üretimden gelen gücü kullanarak 1 günlük grev yapma kararı  alır.  Üyeler, bu karara uyarak ülke çapında eyleme katılırlar.

MEB de, bu eylemi müteakip, valiliklere bir yazı göndererek, öğrencilerin eğitim hakkını engelleyen, öğrencileri ve velileri, okulu boykot etmeleri yönünde teşvik eden, görev ve yükümlülüklerini yerine getirmeyip meri mevzuata aykırı eylemlerde yer aldığı belirlenen kamu görevlilerinin tespit edilerek, Rehberlik ve Denetim Başkanlığına bildirilmesini istiyor.  Benzer yazıların diğer Bakanlıklar tarafından da Valiliklere gönderildiğini düşünüyoruz.

Buraya kadar normal işleyiş devam ederken, tutarsızlıklar ve hukuksuzluklar yazının Valiliklere ulaşmasıyla başlıyor.

Öncelikle, bu grev kararı, başta Eğitim Sen olmak üzere, KESK’e bağlı 11 işkolunda örgütlü sendikalar tarafından, binlerce üyenin katıldığı basın açıklamalarıyla hayata geçiriliyor.

Eylemden sonra valilikler tarafından soruşturmalar açılıyor, birçok il müdürlüğü eylemlerin sendikal eylem kategorisi içine girdiği gerekçesiyle, bu eylemler hakkında idari soruşturma açmıyor, açarsa da herhangi bir ceza uygulaması yoluna gitmiyor.

Ancak İl Milli Eğitim Müdürlükleri, Bakanlık yazısında somut olarak belirtilmemesine rağmen, 29 Aralık eyleminin suç oluşturduğu yorumuyla, bu eyleme katılan öğretmen ve memurlar hakkında adli ve idari soruşturma açıyor.

Asıl tutarsızlıklar ve çifte standartlar burada başlıyor. Kimi il milli eğitim müdürlükleri adli ve idari soruşturma açarken, kimileri sadece idari soruşturma açıyor. Adli soruşturma açılan illerden İzmir  ve Adıyaman’da,  “Kovuşturmaya yer olmadığına dair” kararlar çıkıyor.

İdari soruşturma olan illerde ise tam bir komedi yaşanıyor. Bazı iller ,eylemi sendikal hak kapsamında değerlendirerek idari bir ceza uygulamazken, bazı iller maaş kesim cezası veriyor, bazı iller de memuriyetten çıkarma cezası teklif ederek dosyaları Bakanlığa gönderiyor.

9 Eylül 2016 tarihinde, MEB tarafından 11.285 öğretmen hakkında ‘Görevden uzaklaştırma’ kararı alınıyor. 11.285 öğretmenin görev yaptığı iller Diyarbakır, Mardin, Batman, Adıyaman, Urfa, Bitlis, Elazığ, Van, Tunceli, Hatay, Konya, Gaziantep ve Iğdır olmak üzere tamamıyla Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yer alan iller ve Hopa.

Milli Eğitim Bakan Yardımcısı Orhan Erdem, 27 Eylül 2016 tarihinde, 11 285 öğretmen hakkında, çeşitli cezalar uygulanacağını açıklıyor.

Bu arada, öğrencilerin eğitim hakkının engellediğinden bahisle haklarında soruşturma açılan öğretmenler göreve başlatılmazken, okulların açılmasının üzerinden iki hafta geçti ve bu öğretmen ve öğrencileri henüz öğretim yılına başlayamadı.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 9.maddesi, kanun önünde eşitlik ilkesini düzenlemiştir. Bu maddeye göre ‘Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.’

Eşitlik ilkesinin, uygulama yönünden büyük önemi vardır. Toplumun ortak vicdanından kaynaklanan yasaların herkese aynı biçimde uygulanması, eşitlik ilkesinin gereğidir. Tersine durumda, insanların önce kendilerine, sonra topluma güveni kalmaz. Devlete güvenin yitmesi, karmaşaya neden olur. Oysa yasaların amacı, toplum düzenini kurup kollama, toplumdaki dengeleri sağlamaktır. Yasaların herkese eşit uygulanması, kamu görevlilerinin adaletini göstermesinin yanında, aynı zamanda onların bir yükümlülüğüdür de.

Bu süreç devam ederken basında, internet sitelerinde ve televizyonlardaki tartışma programlarında konuyu bilen bilmeyen herkes, bu 11 285 öğretmenin PKK ile ilişkili olduğu gerekçesiyle görevden uzaklaştırıldıklarını insafsızca dile getiriyor.

Öncelikle, üzerine basarak ifade etmek gerekir ki, görevden uzaklaştırılan bu öğretmenlerin tümü 29 Aralık eylemine katıldıkları için bu sonuçla karşılaşmışlardır. Yetkililer ve yetkisizler! tarafından yazılan-çizilen ve iddia edilen yakıştırmaların tümü gerçek dışıdır, yalandır.

Bu noktada bütün kamuoyuna daha dikkatli ve insaflı olmaları konusunda çağrı yaparak, şu soruları ve çelişkileri düşünmelerini istiyoruz;

-29 Aralık grev kararına, KESK’e bağlı 11 sendikaya üye kamu emekçileri katılırken, neden sadece Eğitim Sen üyeleri hakkında bu soruşturmalar açılıyor. Aynı eylem MEB tarafından suç olarak kabul edilirken, mesela neden Sağlık Bakanlığı, Maliye Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından suç kabul edilmiyor?

-29 Aralık grevine Türkiye’nin 81 ilinde katılım olurken, neden sadece Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde görev yapan öğretmenler hakkında görevden uzaklaştırma kararı verilmiştir? Ankara’da, İzmir’de, Edirne’de ve diğer illerde görev yapan öğretmenler başka bir mevzuata mı tabidir?

-Aynı suça (Eğer suçsa), yani 29 Aralık grevine kimi illerde idari ceza uygulanmazken, kimi illerde maaş kesim cezası, kimi illerde de görevden uzaklaştırma önlemi nasıl uygulanabilir? Anayasanın, kanun önünde eşitlik ilkesi açıkça çiğnenmekte değil midir?

-Sendikal eylemlerin suç olmadığına dair, onlarca idare mahkemesi, Danıştay, Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararı varken, MEB’in bu kararları yok sayarak, bu eyleme katılanlara ceza vermeye çalışması nasıl açıklanabilir?

-MEB’in uygulamaya çalıştığı bu hukuksuzluk, önümüzdeki günlerde ulusal ve uluslararası mahkemelerden döndüğünde, bu öğretmenlerin mağduriyeti nasıl giderilecektir? Maddi mağduriyetler giderilse bile manevi olarak uğranılan kayıp, öğretmenlerin sosyal yaşamlarında oluşturdukları fakat sıfırlanan intiba, velilerin, onlara bakışı gibi hususlar, kamuoyunda terör örgütü ile irtibatlı gösterilmek gibi bir insafsızlıkla yerle bir olmuştur. Bu durumun düzeltilmesi nasıl sağlanacaktır?

-Bu öğretmenler açısından Türk Ceza Yasası, 657 sayılı DMK ve diğer mevzuat hükümleri her zaman geçerli ve idarenin kolluk ve adliye görevlileri her zaman görevlerinin başındadır. Öğretmenlerin, bu yasalara aykırı davranışları veya herhangi bir terör örgütü ile irtibatları varsa, her zaman göz önünde ve her türlü soruşturmaya açıktırlar. Bu durum ortadayken, bir sendikal eyleme katılmaları nedeniyle bu kadar ağır maddi ve manevi mağduriyet yaşamaları doğru mudur?

-Bakanlık yazısında, öğrencilerin eğitim hakkını engelleyen, öğrencileri ve velileri, okulu boykot etmeleri yönünde teşvik eden, görev ve yükümlülüklerini  yerine getirmeyip meri mevzuata aykırı eylemlerde yer aldığı belirlenen kamu görevlilerinin tespit edilmesi istenirken; il-ilçe milli eğitim müdürlükleri ve okul müdürlükleri, kendilerini aşıp, kraldan çok kralcı gibi davranarak, suç oluşturmayan sendikal eylemlere katılanların listelerini, Bakanlığa göndererek yetkilerini aşmamışlar mıdır? Bu görevliler, TCK’nin 118.maddesinde düzenlenen ‘Sendikal hakların kullanılmasının engellenmesi’ ve 267.maddesinde düzenlenen ‘İftira’ suçunu işlediklerinin farkında değiller midir? Bu görevliler, Bakanlık, eylem adı belirterek, bu eyleme katılanların listesini istemediği halde, sendikal eyleme katılanların listelerini Bakanlığa göndererek, bu öğretmenlerin mağdur olmasına yol açmamışlar mıdır? Bu görevliler, bu cesareti nereden almaktadır? Okullarda, ilçelerde, illerde bu yazıları imzalayan yetkililer, cezai müeyyide ile karşılaşacaklarını bilmeyecek kadar cahil midirler? Yoksa FETÖ operasyonlarında mağdur edilen öğretmenlerin tepkisizliğini, Eğitim Sen üyesi öğretmenlerden de mi beklemekteler?

-Bu soruşturmaları illerde yürüten maarif müfettişleri yürürlükteki yukarıda sıraladığımız mevzuattan habersiz midirler? Kendilerini tasfiye etmeye hazırlanan MEB’e yaranmak için mi bu kadar hukuksuzluğa alet olarak rapor düzenlemektedirler?

-MEB’in 11 285 öğretmeni suçlu kabul edip toptancı bir yaklaşımla, sadece sendikal eylemden dolayı görevden alıp, sonradan suçlu olduğunu tespit ettiklerini memuriyetten ihraç etme gibi sakat bir uygulamayı yapması kamuoyu vicdanında mahkûm edilmeyecek midir?

-MEB, 29 Aralık grevini suç, bu greve katılanları suçlu olarak kabul ederken; önceki yıllarda KESK ve Eğitim Sen tarafından yapılan benzer grevleri suç, katılanları da suçlu kabul etmeyerek, çifte standart uygulamamış mıdır? Buradan, bu eylemlerin suç olduğu gibi bir sonuç çıkarılmasın sakın! KESK bir emek örgütüdür ve tüzüğünde emek, barış, özgürlük ve demokrasi mücadelesi verdiği yazılıdır ve idare tarafından da onaylanmış bir belgedir.

Kısaca, yürürlükteki ulusal ve uluslararası mevzuata uygun olarak, sendikasının aldığı karara uyup, bir günlük 29 Aralık eylemine katılmak ne adli ne de idari anlamda bir suç teşkil etmemektedir. Bu durum onlarca mahkeme kararıyla sabittir. Yanlış olan MEB’in uygulamalarıdır. MEB, sendikal eylemleri suç kategorisine koyarak, Gezi ve Kobani eylemlerinde olduğu gibi bazı eylemleri suç saymayıp, 29 Aralık eylemini suç sayarak, suçları ayırmakta; bazı eylemlere soruşturma açıp, bazılarına açmamakta; aynı eyleme bazı illerde soruşturma açıp bazı illerde  soruşturma açmamakta, soruşturma açtığı eylemlere farklı illerde farklı cezalar uygulamakta ve sendikal eyleme katılan öğretmenleri ayrım yapmadan toplu olarak cezalandırıp, anayasanın eşitlik ilkesini ve suçun şahsiliği ilkesini ayaklar altına almaktadır.

Bu nedenlerle MEB, bu hukuksuz eyleminden bir an önce vazgeçerek, öğretmenleri toplu olarak cezalandırmak yerine, varsa suçlu olanları yargı önüne çıkarmak için gereken işlemleri yapmalı, sendikal eylemden dolayı soruşturmaya tabi tutularak görevden uzaklaştırılan öğretmenleri tıpkı Tunceli ilindeki meslektaşları gibi görevlerine iade etmelidir.

Doğru ve hakkaniyetli olan budur.

1 Ekim 2016

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

FETÖ, MEB'deki Muhtemel Operasyonları Manipüle mi Ediyor?

Milli Eğitim Bakanlığı, 9 Eylül 2016 tarihinde, çoğunluğu Eğitim Sen üyesi olan 11 285 öğretmeni, 657 sayılı DMK’nin 137.maddesine göre görevden uzaklaştırdı.

Bu işlem, öğretmenlerin görevden uzaklaştırılma gerekçeleri ortaya çıkmaya başlayınca, kamuoyundaki kimi yaftalamaların dışında, şaşkınlıkla karşılandı. Çünkü öğretmenlere tebliğ edilen yazılarda yer alan görevden  uzaklaştırma gerekçesinde, ülkenin kimi illerinde uygulanan iç güvenlik operasyonlarını akamete uğratmak ve eğitim-öğretim hakkını engelleyici nitelikte eylemlere katılmak gibi soyut suçlamaların dışında hiçbir somut iddia yer almazken; bu öğretmenlerin hemen hemen tümünün 29 Aralık 2015 tarihinde KESK tarafından karar alınan ve uygulanan 1 günlük greve katılma gerekçesiyle görevden uzaklaştırıldığı anlaşılmaktadır.

Öncelikle olağanüstü hal hükümlerinin yürürlükte olduğu günlerden geçtiğimizi ve Anayasanın 2.maddesinde de yer aldığı gibi, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti  olduğunu akıldan çıkarmadan, Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan’ın, Anayasa Mahkemesi üyeliklerine seçilen iki üyenin ant içme töreninde yaptığı konuşmada, “olağanüstü hal hukuksuzluk hali değildir, nitekim olağanüstü hal hukuku Anayasa'da detaylı bir şekilde düzenlenmiş, olağanüstü durumlarda temel hak ve hürriyetlere yönelik müdahalenin şartları ve sınırları açıkça belirlenmiştir”  tespitini de unutmadan, Eğitim Sen üyesi öğretmenlerin görevden uzaklaştırılması ile ilgili uygulanan işlemin, ulusal ve uluslararası hukuk açısından ne anlama geldiğini irdelemek gerekiyor.  Şöyle ki;

1-         87 Nolu ILO Sözleşmesi’nin 3. maddesinde kamu çalışanlarının örgütlenme ve etkinlikte bulunma özgürlüğü ile kamu makamlarının bu hakkı sınırlayacak veya kullanılmasına engel olacak nitelikte her türlü müdahaleden sakınmaları gerektiği düzenlemiştir. Sözleşmenin 8/2. maddesinde de, sözleşme ile öngörülen güvencelere zarar verecek nitelikte iç hukukta yasal düzenleme yapılamayacağı, uygulamada da bu hakların kısıtlanamayacağı kurala bağlanmıştır.

2-         7–8 Aralık 2000 tarihinde, Fransa’da, Türkiye’nin de katıldığı Nice Zirvesi’nde kararlaştırılan Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı’nın ‘Toplu pazarlık yapma ve eylem hakkı’ başlıklı 28. maddesine göre; “Çalışanlar ve işverenler veya bunların ilgili kuruluşları, Topluluk mevzuatı ve ulusal yasalar ve uygulamalara göre uygun düzeylerde toplu sözleşmeler  müzakere etme ve imzalama ve menfaat ihtilafı olması halinde grev eylemi dâhil olmak üzere kendi çıkarlarını korumak için ortak (toplu) eylem yapma hakkına sahiptir.”

3-         Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 11. maddesi kapsamında, sendikal eylem ve etkinlikler nedeniyle verilen cezaları Sözleşmeye aykırı bulmuştur.

4-         Anayasa ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan sendikal faaliyet hakkı Türk Ceza Yasasıyla da korumaya alınmış, 118. maddede sendikal faaliyetin engellenmesi yasaklanmıştır.

5-         Milli Eğitim Bakanlığı Hukuk Müşavirliği’nin 27 Şubat 2012 gün ve 02-17848 sayılı yazısında da Anayasanın 90. maddesi kapsamında, sendikal kararlar doğrultusunda gerçekleştirilen iş bırakma eylemlerine katılımın sendikal faaliyet olarak kabul edilmesi gerektiği, bu konuda ilgili kanunlarda yasal düzenlemeler yapılmasına ihtiyaç olduğu belirtilmiştir.

6-         Anayasa Mahkemesi, sendikanın aldığı karara uyarak iş bırakma eylemine katılan kamu görevlilerinin disiplin cezasıyla cezalandırılmasını sendikal hakların ihlali olarak görmektedir. EĞİTİM SEN üyesi bir kamu görevlisinin başvurusu üzerine yine Mersin 1. İdare Mahkemesince verilen ret ve Adana Bölge İdare Mahkemesinin onama kararılar sonrasında Anayasa Mahkemesi Başkanlığı İkinci Bölümünün 18.09.2014 gün ve 2013/8463 Başvuru nolu kararı bu yöndedir.

7-         Sendika üyesi kamu görevlilerinin, sendikaların aldığı karar doğrultusunda “görevlerine gitmeme” şeklinde gerçekleştirdikleri etkinlikler Danıştay’ın yerleşik hale gelen kararlarıyla disiplin suçu olarak görülmemektedir.

8-         İzmir İl Milli Eğitim Müdürlüğü, 29 Aralık grevine katılan kamu emekçileri hakkında ilçelerdeki Cumhuriyet Savcılıklarına, "Cebir ve tehdit yolu ile eğitim hakkını engellemek" suçunu işledikleri iddiası ile suç  duyurusunda bulunmuş, Karşıyaka Cumhuriyet Savcılığı verdiği kararda, basın açıklamasına katılma eyleminin sendikal faaliyetin bir gereği olduğunu, eğitim ve öğretim hakkını engelleme suçunun kasten işlenebilecek suçlardan olduğunu, şüpheli öğretmenlerin bu suçun oluşmasında kasıtlarının varlığına ilişkin yeterli delil bulunmadığını belirterek, kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.

9-         Adıyaman'da, 29 Aralık 2015'te, Eğitim Sen'in aldığı karar doğrultusunda ülke genelinde gerçekleştirilen greve ve basın açıklamasına katılarak, slogan attıkları gerekçesiyle ifadeleri alınan öğretmenler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir.

Özetle sendika üyelerinin, sendikanın yetkili kurullarında aldığı kararlar doğrultusunda gerçekleştirilen etkinliğe katılması suç olmayıp sendikal ve demokratik bir hakkın kullanılması niteliğindedir. Dolayısıyla sendika üyelerinin disiplin cezasıyla cezalandırılmayacağı bir eylem gerekçesiyle görevden uzaklaştırılması açıkça haksız ve hukuka aykırıdır.

Anayasa mahkemesi de; idarenin ve yargının bir bütün olarak yeknesak hareket etmesini sağlayacak  mevzuat düzenlemeleri bulunmadığının altını çizmiş bu nedenle sendikanın kararı doğrultusunda gerçekleştirilen iş bırakma eylemine katılan sendika üyelerinin disiplin cezasıyla cezalandırılmasının “demokratik toplumda gerekli olmadığı”na, bu sebeple başvurucunun Anayasa’nın 51. maddesinde güvence altına alınan sendika hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

Sendikaların yetkili organlarının kararı gereği gerçekleşen eylemler sendikal eylemlerdir. Sendika üyelerinin/yöneticilerinin bu eylemlere katılımı suç olarak değerlendirilemez. Sendikal eylemlerin bireysel eylemler gibi algılanıp, bir araya getirilmesi disiplin soruşturmasına konu edilip, disiplin ve idari yönden ağır yaptırımlara maruz bırakılması aynı zamanda kolektif sendika özgürlüğünün ihlali anlamına gelir. Sendika kararının nasıl olacağı hangi amaca erişmek için hangi yöntemlere başvurulacağı, ne kadar süreceği, kolektif sendika özgürlüğü kapsamında değerlendirilmelidir.

Bu kadar uluslararası, ulusal belge ve mahkeme  kararları ortada dururken; ülkenin hukuk devleti olmasının ve yasaların anayasaya uygunluğunun denetlendiği, hukuki kararların son inceleme mercii, bireysel özgürlüklerin korunmasının ülke içindeki son durağı ve adeta belkemiği niteliğindeki Anayasa Mahkemesinin Başkanı Zühtü Arslan’ın daha dün ‘olağanüstü hal hukuksuzluk hali değildir’ tespitini de göz önüne alırsak, soyut iddialarla Eğitim Sen’li öğretmenler hakkında alınan görevden uzaklaştırma işlemini ne hukuksal, ne idari, ne de eğitimsel açıdan anlamak mümkün değildir.

Gelinen aşamada, Türkiye Cumhuriyetinin 93 yıllık, pozitif hukuk kurallarının hayata geçmeye başladığı son 200 yıllık modernleşme sürecinin, bu kadar hukuksal belge, mahkeme kararları ve içtihat ortada dururken, MEB’in karar altına aldığı bir idari işlemle yerle bir edilmesi, anlaşılır bir durum değildir.

İster istemez akıllara, MEB’in uyguladığı bu hukuk dışı görevden uzaklaştırma işleminin gerekçesi olarak, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından, darbenin sorumlularının açığa çıkarılarak, bağımsız mahkemeler huzurunda hesap vermesini önlemek için FETÖ üyeleri ve sempatizanları tarafından davanın sulandırılması, hedef saptırılması ve dikkatlerin başka yöne çekilerek, hukuka ve demokrasiye kast edenlerin ortaya çıkarılmasının önlenmeye çalışılması, gelmektedir.

Başta Rehberlik ve Denetim Başkanlığı olmak üzere, FETÖ örgütlenmesinin en önemli ayağı olan ‘Eğitim’ alanındaki en büyük örgüt olan MEB teşkilatında, FETÖ’ye yönelik herhangi bir operasyon ve görevden almanın olmaması, soruşturmalarda yer alan maarif müfettişlerinin ve Eğitim Sen’li öğretmenlerin  listelerinin hazırlanmasında yetkili kimi kaymakam ve vali yardımcılarının FETÖ üyesi oldukları iddiasıyla görevden alınmış olmaları gibi iddia ve gerçekler de FETÖ’nün, MEB merkez teşkilatında kendi örgütlenmesine yönelik operasyonları önlemek ve manipüle etmek amacıyla, Eğitim Sen operasyonunu gündeme getirdiğini, düşündürmektedir.

Bilmem haksız mıyız?

6 Ekim 2016

 

 

 

 

 

 

Eğitim Hakkını Kim Engelliyor?

Bilindiği gibi, Milli Eğitim Bakanlığı Rehberlik ve Denetim Başkanlığı, 29.12.2015 tarih, 13478479 sayı ve ‘Eğitim Hakkını Engelleyici Eylemler’ başlıklı yazısıyla; sendika-konfederasyon adı vermeden, herhangi bir eylemi işaret etmeden; MEB’e bağlı okullarda görev yapan öğretmenlerden, boykot ve mevzuatla belirlenmiş görevleri yapmayan, öğrencilerin eğitim hakkını engelleyen, öğrencileri/velileri okulu boykot etmeleri yönünde teşvik eden, görev ve yükümlülüklerini yerine getirmeyip meri mevzuata aykırı hareketlerde bulunan kamu görevlilerinin, kanıtlayıcı bilgi ve belgelerle Başkanlığa bildirilmesini istenmiştir.

Bu yazı üzerine Şubat-2015 tarihinden itibaren illerde, Eğitim Sen’in ‘Savaşa Karşı Barışa Ses Ver’ temalı eylem ve etkinliklerine (29 Aralık eylemi) katılan kamu emekçileri hakkında, bazı illerde adli ve idari soruşturmalar açılmış; bu soruşturmalar  sonucunda bazı illerde kınama ve aylıktan kesme cezaları verilmiş, bazı illerde de dosyalar hakkında cezai işlem yapılmayarak, Bakanlığa gönderilmiş; Bakanlığa gönderilen dosyalar, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası beklenmeyen bir şekilde, 07.09.2016 Tarih ve 9583020 sayılı Makam Oluru ile 11 285 kamu emekçisi hakkında görevden uzaklaştırma tedbiri alınmasıyla yeni bir aşamaya gelmiştir.

Milli Eğitim Bakanlığı Rehberlik ve Denetim Başkanlığının, ‘Eğitim Hakkını Engelleyici Eylemler’ suçlamasıyla başlattığı soruşturmada, konu edilen ‘Eğitim ve öğretimin engellenmesi’ fiili, 5237 Sayılı Türk Ceza Yasasının 112.maddesinde düzenlenmektedir. Madde şu şekildedir;

 “(1) Cebir veya tehdit kullanılarak ya da hukuka aykırı başka bir davranışla;

a) Devletçe kurulan veya kamu makamlarının verdiği izne dayalı olarak yürütülen her türlü eğitim ve öğretim faaliyetlerine,

b) Öğrencilerin toplu olarak oturdukları binalara veya bunların eklentilerine girilmesine veya orada kalınmasına,

Engel olunması hâlinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.”

Görüldüğü gibi, 5237 sayılı Kanunun 112 inci maddesi ile düzenlenen eğitim ve öğretimin engellenmesi suçu, kasten işlenebilecek suçlardan olup, devletçe kurulan veya kamu makamlarının verdiği izne dayalı olarak  yürütülen her türlü eğitim ve öğretim faaliyetlerine ve öğrencilerin toplu olarak oturdukları binalara veya bunların eklentilerine girilmesine veya orada kalınmasına cebir veya tehdit kullanarak ya da hukuka aykırı başka bir davranışla engel olunması suç sayılmıştır.

29 Aralık eylemine ilişkin açılan soruşturmalarda, ilgililere genel olarak şu sorular sorulmuştur;

-29 Aralık eylemine katıldınız mı?

-29 Aralık eylemine neden katıldınız?

-29 Aralık tarihinde eylem olduğunu ve okula gelmeyeceğinizi velilere söylediniz mi?

 

-29 Aralık tarihinde okulda olmayacağınızı öğrencilere söyleyerek, onların okula gelmesini engellediniz mi?

-29 Aralık günü yapılan basın açıklamasına katıldınız mı?

Öğretmenlerin tamamına yakınının bu sorulara; eylemin sendika kararı doğrultusunda yapılan bir eylem olduğu için katıldığını, velilere; okula gelip-gelmeyeceği konusunda herhangi bir telkinde bulunmadığını, öğrencilere; okulda olup-olmayacağını söylemediğini, basın açıklamasına katılıp-katılmama konusunda da her öğretmenin kendi somut durumuna göre cevap verdiği, görülecektir.

Bu durumda, TCK’nin 112.maddesine göre;

-Öğretmenler, hangi eğitim-öğretim faaliyetini engellemiştir?

-Öğretmenin sendikal eylem ya da herhangi başka bir nedenle 1 gün okula gelmemesi durumunda eğitim-öğretim faaliyeti engellenmiş mi oluyor?

-Öğretmen çeşitli nedenlerle okula gelmediğinde, eğitim-öğretim faaliyetinin devam ettirilmesi konusunda mevzuatta alınmış çeşitli tedbirler yok mudur? Bu tedbirler okul idareleri tarafından alınmamış mıdır?

-Öğretmenler, hiçbir öğrenciye sözle dahi olsa okula gelmemeleri konusunda bir telkinde bulunmamışken, maddede düzenlenen öğrencilerin toplu olarak oturdukları binalara veya bunların eklentilerine girilmesine veya orada kalınmasına cebir veya tehdit kullanarak ya da hukuka aykırı başka bir davranışla engel olunması suçunu nasıl işlemişlerdir?

-Hangi öğretmen 29 Aralık eylemi sırasında okul önlerine giderek, öğrencilerin okula girmesini cebir ve tehdit kullanarak engellemiştir?

-Okul idarecileri, 29 Aralık eylemine katılan öğretmenler hakkında, eğitim-öğretim hakkını engelleyici eylemlerden dolayı tutanak tutmuşlar mıdır? O tarihte okullarda eylem katılan öğretmenlerin neden olduğu herhangi bir olay olmuş mudur?

-Uluslararası sözleşmeler, yasal ve anayasal düzenlemelerle güvence altına alınmış olan sendikal hak ve özgürlüklerin kullanılması, düşünce ve ifade hürriyeti kapsamında toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılma, basın açıklaması yapma hakkı gibi en doğal haklar, ne zamandan beri suç sayılmaktadır?

Görüldüğü gibi, 29 Aralık eylemi nedeniyle bu eyleme katılan öğretmenler tarafından, TCK’nin 112.maddesinde düzenlenen ‘Eğitim ve öğretimin engellenmesi’ fiilinin işlendiğine dair hiçbir somut delil, tutanak altına alınmış herhangi bir olay, idareciler tarafından şikâyet konusu yapılmış ve sübuta ermiş bir fiil bulunmamaktadır. Bu tür durumlar varsa, zaten mer’i mevzuat yürürlüktedir ve ilgililer tarafından her zaman adli ve idari işlemler yapılmaktadır.

Bu durumda, çağdaş demokrasi anlayışının ve sosyal hukuk devleti ilkesinin temel ilkelerinden olan örgütlenme özgürlüğünü, sendikalar kurarak ve sendikal faaliyetler yürüterek kullanan kamu emekçileri için herhangi bir suçlama getirilmesi doğru mudur?

Bu nedenlerle MEB, 29 Aralık eylemi nedeniyle görevden uzaklaştırma işlemi uyguladığı kamu emekçilerini bir an önce görevlerine döndürmeli, açılan soruşturmaları durdurmalı ve sonraki yıllarda çalışma barışını ve sendikal işleyişi bozmaya aday bu süreci bir daha açmamak üzere kapatmalıdır.

Çünkü halen birçok sendika ve konfederasyonun yaptığı basın açıklamalarının, uygulamakta olduğu bazı eylemlerin eğitim-öğretimle, kamu  görevlilerinin mesleki-özlük haklarıyla ilgisi olmayan siyasal eylemler olduğundan bahisle, yapılacak bir suç duyurusu sonucunda yüzbinlerce öğretmen ve kamu emekçisi hakkında yasal işlem yapılması gerekecek ve bu süreçler sonucunda kaotik bir ortam ortaya çıkacaktır.

8 Ekim 2016

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sendikal Eyleme Ceza Verilirse!

Çoğunluğu Eğitim Sen üyesi 11 285 öğretmenin, 29 Aralık ( Kısmen 21 Aralık ve 12-13 Ekim eylemleri) eylemine katıldıkları gerekçesiyle açığa alınmalarının üzerinden 1 ayı aşkın bir süre geçti. Bu sürede konuyu okul toplumunun (Öğrenci-öğretmen-veli-yönetim) bütün kesimlerini ilgilendiren ve duygusal, eğitimsel, hukuksal ve siyasal yönleri olmak üzere çeşitli boyutlarıyla değerlendiren yazılar kaleme aldık.

Açığa alınma sürecinin uzaması ve Bakanlık yetkilileri tarafından yapılan çeşitli açıklamalar, söz konusu öğretmenler hakkında birtakım disiplin cezalarının, yer değiştirme, yöneticiliğin üzerinden alınması ve meslekten ihraç gibi idari yaptırımların uygulanacağını gösteriyor.

Daha önce de defalarca belirttiğimiz gibi, bu ceza ve yaptırımların tümü hukuksuzdur ve hayata geçirildiğinde er geç ulusal ya da uluslararası yargıdan dönecektir.

Ancak bu noktaya gelinmeden önce konunun bir başka yönüne dikkat çekmek istiyorum. Şöyle ki;

Anayasanın 51.maddesine göre çalışanlar ve işverenler, üyelerinin çalışma ilişkilerinde, ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için önceden izin almaksızın sendikalar ve üst kuruluşlar kurma, bunlara serbestçe üye olma ve üyelikten serbestçe çekilme haklarına sahiptirler.

Sendikalar; çalışanların ortak hak ve çıkarlarını korumak, sorunlarını çözmek için kurulmuş ekonomik ögeler taşıyan; devlet, siyasi parti gibi örgütlenmelerden bağımsız örgütler olarak tanımlanabilir. Johns sendikalar için “ilk sivil toplum aktivistleri arasında yer alan orijinal sivil toplum örgütleridir.” demiştir. Johns‟a göre sendikalar bireysel olduğu kadar toplumsal sorunlara da çözüm arayan en belirgin sivil toplum örgütlerinden biridir. Aynı şekilde sendikalar, herhangi bir meslek veya sanatla uğraşanların ve genellikle işçi ve işverenlerin kendi topluluklarını ilgilendiren ortak ekonomik, toplumsal ve kültürel çıkarlarını korumak ve geliştirmek için kurdukları mesleki birer kuruluştur.[i]

Sendikalar sivil toplum örgütü olma işlevleriyle, üyelerinin sadece ekonomik, mesleki ve özlük sorunlarıyla değil, toplumsal ve kültürel çıkarlarını da korumak ve geliştirmekle yükümlüdürler.

Bu anlamda halen kurulu bulunan dört eğitim sendikasından Eğitim Bir Sen tüzüğünün 3.maddesinde,[ii] temel insan hakları ilkelerine dayanan, egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu, millet iradesine de milletin seçtiği idareye de saygı gösterilen, katılımcı demokrasinin yerleştiği, özgür birey ve sivil toplum örgütlerine gerçek anlamda var olma ve düşünce üretip teklifler sunma hak ve imkânlarının  hayata geçirildiği, kimsenin ötekileştirilmediği, farklılıkların zenginlik olarak kabul edildiği, ücretlerde ve gelir dağılımında adaletin sağlandığı, demokratik sosyal hukuk devleti olmanın gereği olarak her vatandaşın devlet imkânlarından eşit şekilde yararlandığı, medeniyet köklerimizde var olan değerleri idrak etmiş daha özgür, daha müreffeh ve daha mutlu insanların yaşadığı daha güçlü, daha zengin Türkiye’yi var etmeyi amaçlar, hükmü;

Türk Eğitim Sen tüzüğünün 3.maddesinde; [iii] Anayasada ifadesini bulan, devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğüne, millî ve manevî  değerlere, insan haklarına, demokratik ve laik cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı kalarak, demokrasinin korunup bütün kurum ve kurallarıyla yerleşmesi ve çağdaş uygarlık düzeyine ulaşılması yolunda çaba göstermeyi, toplum ve iş barışını tesis ederek devlet-millet kaynaşmasına ve sosyal adaletin gerçekleşmesine katkıda bulunmayı, hür sendikacılık anlayışı içerisinde, üyelerinin ekonomik, sosyal, kültürel ve meslekî hak ve menfaatlerini korumayı ve geliştirmeyi…amaç edinmiştir, hükmü;

Eğitim Sen tüzüğünün 2.maddesinde; [iv] tüm maddi ve insani değerlerin yaratıcısının emek olduğundan hareketle; evrensel değerleri gözeten ve yerel farklılıkları zenginlik olarak kabul eden bir emek örgütü olarak savaşsız ve sömürüsüz bir dünya hedefiyle ülkemizde ve dünyada her türlü baskıcı yönetime karşı demokrasi ve dayanışma kültürünü savunur. İnsan hakları ve temel özgürlüklerin bütünlüğü içinde, din, dil, ırk, cinsiyet, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği, siyasal düşünce farkı gözetmeksizin bütün üyelerinin ekonomik, demokratik, akademik, sosyal, kültürel, hukuksal, siyasal, mesleki özlük hak ve çıkarlarını koruyup geliştirmeyi, üyelerine insanca bir yaşam düzeyi sağlamayı savunur. Toplumun bütün bireylerinin, temel insan hakları ve özgürlükleri doğrultusunda, herkesin kendi anadilinde, cins ayrımcı olmayan, eşit demokratik, laik, bilimsel, parasız ve kamusal nitelikli eğitim görmesini savunur…hükmü;

Eğitim İş tüzüğünün 3.maddesinde; [v] Başta üyeleri olmak üzere tüm emekçilerin ortak ekonomik, sosyal, özlük, mesleksel, sendikal hak ve çıkarlarını koruyup geliştirerek onlara daha onurlu ve saygın bir yaşam düzeyi sağlamak için mücadele eder. Ülkede yaşayan herkesin çağdaş, bilimsel, laik, demokratik, eşit, parasız ve nitelikli eğitim hakkı olduğunu savunmaya, bu hakkın yaşama geçirilmesi için mücadele eder. İş güvenliği, çalışma hakkı, sosyal adalet ve sosyal güvenlik mücadelesi verir… hükmü yer almaktadır.

Bu dört büyük sendikanın da tüzüklerinde  sendika olmalarının gereği olarak, üyelerinin ekonomik, mesleki, özlük sorunlarının çözümü için mücadele edilmesinin yanında, sosyal ve kültürel haklarının korunup, geliştirilmesi, sosyal devlet ilkesinin sağlanması için mücadele, toplum ve iş barışını sağlamak için çaba ve genel anlamda demokratik bir ülke hedefi için mücadele edilmesi amacı da vardır.

Sendika kurma hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller 4688 sayılı yasayla düzenlenmiş, sendika ve konfederasyonların yetki ve faaliyetleri bu yasanın 19.maddesinde yer almıştır. Bu maddeye göre de sendikalar tüzüklerindeki amaçlar doğrultusunda sendikal faaliyetler yapma konusunda yetkilendirilmiştir.

Bu düzenlemelere göre her bir sendika çeşitli eylemler yapmış ve halen yapmaya da devam etmektedir. Sendikaların web siteleri incelendiğinde basın açıklamaları, toplantılar, yürüyüşler ve 1 saatlik, yarım günlük, 1 günlük, 2 günlük iş bırakma eylemleri, serbest kıyafet eylemleri, laikliğe ve laik eğitime ilişkin eylemler yaptıkları görülecektir.

Örneğin, eğitim sendikalarının web sitelerindeki güncel haberlere bakıldığında, Eğitim Bir Sen’de üç, Türk Eğitim Sen’de iki, Eğitim Sen’de iki, Eğitim İş’te de en az beş haberin eğitimle doğrudan ilgisi bulunmamaktadır.

Yine sendikaların basın açıklamalarına bakıldığında; Srebrenitsa katliamından, Doğu Türkistan sorununa, Mısır’ın devrik cumhurbaşkanı Mursi’ye verilen idam cezasından, Hocalı katliamına, Başbağlar katliamından, Sivas katliamına, Lozan antlaşması tartışmasından, Anıtkabir’de oyun alanı yapılması  tartışmalarına, Tarık Akan’ın ölümünden, Suriye’nin bütünlüğünün korunmasına, 15 Temmuz darbe girişiminin kınanmasından, yurtiçi ve yurtdışı terör saldırılarının kınanmasına kadar çok çeşitli ve eğitimle, mesleki ve özlük haklarla doğrudan ilgisi olmayan açıklamalar olduğu görülecektir.

Son yılların önemli hak ve özgürlük mücadelelerinden biri olan ve bizim de konuyla ilgili onlarca yazı kaleme aldığımız serbest kıyafet eylemlerinin de öğretmenlerin eğitim, mesleki ve özlük haklarıyla doğrudan ilgisi bulunmamaktadır. Din ve vicdan özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gereken serbest kıyafet eylemleri sonucunda kadın çalışanların başörtüsü özgürlüğü kazanılmış ancak erkek çalışanlar için eylemler halen devam etmektedir. Şimdi dört eğitim sendikasının da karar altına almış olduğu ve halen uyguladığı serbest kıyafet kararı, Hükümetin, sendikal kararları yok saymasıyla farklı bir boyuta bürünerek mer’i mevzuata aykırı eylem olarak değerlendirilip, ceza uygulanması yoluna gidilirse ne olacaktır?

Hükümetin, Eğitim Sen tarafından 9 ay önce yapılan 29 Aralık eylemini suç kategorisine koyup, ceza yaptırımı uygulaması yoluna gittiği gibi, Eğitim İş'in 3 Mart Atatürk ve Laiklik eylemi gibi 1 saatlik derse girmeme eylemi hakkında da işlem yapmayacağının garantisi var mıdır?

Ya da otoriterliğin dozu arttıkça, sendikalar tarafından yapılan kokart takma, okul panolarına afiş asma, basın açıklamasına katılma gibi eylemlerin de suç kategorisine konulmayacağını kim söyleyebilir?

Bugün suç sayılmayan serbest kıyafet, başörtüsü takma gibi eylemlerin yarın suç sayılmayacağı belli midir?

Bu nedenlerle sendikal eylemlerin suç sayılması tehlikeli ve sonu gelmez anti-demokratik uygulamaların yolunu açacaktır. Eğitim sendikaları, eylem ayrımı yapmaksızın sendikal eylemlere sahip çıkmalıdır.

Genelde Hükümetin ve özelde MEB’in yönelimi gittikçe otoriterleşmekte ve tehlikeli bir hal almaktadır. Hukuka ve hukukun üstünlüğüne, sosyal devlet ilkesine, Uluslararası sözleşmelere, AİHM kararlarına, Anayasa mahkemesi, Danıştay, İdari ve Adli mahkeme kararları ve içtihatlarına aykırı kararlar almak ne Hükümetin ne de MEB’in elini rahatlatmayacak, aksine ülkenin dış dünyadan kopmasına ve içine kapanmasına yol açacaktır.

Olağanüstü hal koşulları gelip, geçicidir ve ilelebet sürmeyecektir. Ülkenin olağan koşullara bir an önce geçmesi, önümüzdeki yıllarda iş barışını ve toplumsal barışı dinamitleyecek olan sendikal eylemlere ceza verilmesi uygulamasının bir an önce sonlandırılması gerekir. Aksi halde iktidarı eline geçiren siyasal gücün kendi ideolojik öncüllerine göre suç belirleyeceği kaotik bir ülke konumuna gelişimiz an meselesidir.

15 Ekim 2016

 

 Ayşe ULUTAŞ- İnci SÖNMEZ (2011) EĞİTİMCİ KADINLARIN SENDİKAL ÖRGÜTLENME EĞİLİMLERİ VE SENDİKAL SÜRECE KATILIM DÜZEYLERİ ÜZERİNE BİR İNCELEME ( Eskişehir Örneği).

  http://www.egitimbirsen.org.tr/ebs/tuzugumuz Erişim Tarihi: 11.10.2016

  http://www.turkegitimsen.org.tr/mevzuat_liste.php?Id=29 Erişim Tarihi: 11.10.2016

  http://egitimsen.org.tr/hakkimizda/tuzugumuz/ Erişim Tarihi: 11.10.2016

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Açığa Alınan Eğitim Sen’lilere Çağrı!

MEB’in, 9 Eylül 2016 tarihinde, bölücü terör örgütü bağlantılı 11 bin 285 personel açığa alındı, twetter mesajıyla duyurduğu işlemin üzerinden epey zaman geçti.

Bu süreçte, Eğitim Sen genel başkanı Kamuran Karaca’nın söylemiyle diplomatik, direniş ve dayanışma başlıklarını içeren alanlarda bir dizi, görüşme, eylem ve hukuk yollarına başvurular gibi çeşitli etkinlikler gerçekleştirildi.

Bu etkinlikler sayesinde Bakanlığın ilk günkü söyleminde dile gelen ve kimi tetikçi web sitelerinin kamuoyunda oluşturmaya çalıştığı bölücü terör örgütü bağlantılı öğretmenler imajı bir ölçüde kırılarak, süreç lehimize işlemeye başladı.

Peki, sürecin lehimize işlemeye başlaması yeterli mi?

Tabi ki yeterli değil.

Tümümüz görevlerimize iade edilene kadar çok yönlü çabalarımızı sürdürmeliyiz.

Bu anlamda her adımı genel merkezden beklemeden bizlerin de yapacağı şeyler var ve nitekim de ilk günden yapmaya başladık.

Yapacağımız ilk şeylerden biri internet medyasını ve sosyal medyayı kullanmaktı, bunu ‘Açığa alınan öğretmenler platformu’ ve twetter etkinlikleri sayesinde yaptık, yapıyoruz.

Atmamız gereken bir adım daha var ve biz bu adımın hem bugün, hem de bundan sonraki sendikal süreç için oldukça hayati olduğunu düşünüyoruz. Şöyle ki;

Hepimiz biliyoruz ki; bu 11 285 öğretmenin büyük çoğunluğu Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde görev yapan ve 29 Aralık eylemine katılan eğitim emekçileri. Açığa alınma listelerinin nasıl oluşturulduğunu hepimiz acı bir şekilde de olsa öğrendik. Bu süreci kısaca özetleyecek olursak; Bakanlığın ‘Eğitim Hakkını Engelleyici Eylemler’ başlığıyla il milli eğitim müdürlüklerine gönderilen yazıya; eylem adı ve tarihi belirtilmeden, kimi yazılarda da belirtilerek, okul müdürlüklerine ulaşması sonucu okul müdürlüklerinin verdiği cevaplar sonucu açığa alındık ve halen açıktayız.

Bu noktada, bizlerin açığa alınmasına neden olan listelerin hazırlanmasından sorumlu olan görevliler okul müdürleri ve il-ilçe şube müdürleridir. Bu görevliler, somut hiçbir bilgi ve belgeye dayanmadan, sadece sendikal eyleme katılanları, eğitim hakkını engelleyici eylemlere katılan öğretmenler olarak üst makamlara bildirerek suç işlemişlerdir.

Yargılanacaklardır!

Daha önceki yazılarımızda da ifade ettiğimiz gibi, onlarca uluslararası, ulusal belge ve mahkeme kararları ortada dururken, sadece sendikal  eyleme katılmamız nedeniyle tarafımıza, eğitim öğretim hakkını engelleyici nitelikte eylemlere katılarak terör örgütüne destek verici nitelikte faaliyetlerde bulunmak suçlamasının yöneltilmesine ve akabinde; meslek hayatımız boyunca oluşturduğumuz olumlu intibanın bozulmasına; okulda, ilçede, ilde görevli meslektaşlarımız, velilerimiz ve tanıyan-tanımayan bütün kamuoyu karşısında hak etmediğimiz ‘Terör örgütüne destek veren öğretmen’ yaftasının yapıştırılmasına; görevden uzak kaldığımız süre boyunca maddi ve manevi anlamdaki kayıplarımıza; sendikal eylemleri suç gibi göstererek, ‘sendikal haklarımızı kullanmamızı engelledikleri,’ işlemediğimiz bir suçtan dolayı somut herhangi bir iddia olmadığı halde bizlere ‘iftira’ atarak, mağduriyetimize neden oldukları, bu fiilleri nedeniyle görevlerini kötüye kullandıkları gerekçesiyle okul müdürü ve şube müdürlerinden şikâyetçi olmamız, zaman geçirmeden idari ve adli hukuk yollarına başvurmamız gerekmektedir.

Sendikal eylemlerden dolayı uyarı veya kınama cezası alsak dahi, bu ceza bundan sonraki sendikal faaliyetlerimizi sekteye uğratacak, sendikalarımızı adeta ‘kanarya sevenler derneğine’ dönüştürecektir. Bu nedenle;

Susmamalıyız!

Kabul etmemeliyiz!

Boyun eğmemeliyiz!

Çünkü haklıyız, kazanacağız!

18 Ekim 2016

Not: Okul ve şube müdürlerini şikâyet etmek için dilekçe örneği isteyen arkadaşlar a.damar@hotmail.com adresine mail atabilirler.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Eğitim Sen Değil, Diğerkâmlık, Nezaket, Vicdanlılık, Sivil Erdem ve Centilmenlik Cezalandırılıyor!

Bu nitelikler, örgütsel vatandaşlığın çeşitli boyutları.

Örgütsel vatandaşlık davranışları; görev ve iş tanımlarında bulunmayan, bireylerin gönüllü olarak yaptığı, kendilerinin karar verdiği, yapılmadığında bir zorunluluğu gerektirmeyen ve genel olarak bakıldığında örgüte fayda sağlayan davranışlardır.

-Bakın çevrenize!

-Örgütsel vatandaşlık davranışlarını gösteren öğretmenler kimler?

-Örgüt lafını duyunca yönünü ‘doğru açı’ derecesinde çeviren örgütsüz öğretmenler mi?

-Hükümetin ağzına bakarak sendikacılık yaptığını sanan sarı sendikacılar mı?

-Bir darbe ihtimalinde veya Hükümete ucundan-kıyısından tutunulduğunda, ikbal kapıları açılır beklentisiyle kuluçkaya yatan sendikacılar mı?

-Hayır! Bunların hiç biri örgütsel vatandaşlık davranışları gösteremez!

-Çünkü örgütsel davranışın boyutları olan diğerkâmlık, nezaket, vicdanlılık, sivil erdem ve centilmenlik bu öğretmenlerin çoğunluğunun uzağından bile geçmemiştir.

-Abartmayacağım, tevazu göstermeyeceğim, alçak gönüllülük yapmayacağım!

-Eğip, bükmeden doğrudan yazacağım!

-Örgütsel davranışın boyutları olan diğerkâmlık, nezaket, vicdanlılık, sivil erdem ve centilmenlik, çoğunlukla Eğitim Sen’li öğretmenlere özgü davranışlardır.

-Araştırmaya, gözlem yapmaya, anket yapmaya ya da başka bir sınama yoluna başvurmaya gerek yoktur.

-İspatlıdır!

-Bakın çevrenize!

-Öğrencilere sorun, öğretmenlere sorun, velilere sorun, hatta bizleri bölücü terör örgütü yandaşı, eğitim hakkını engelleyen, velileri boykota teşvik eden ve mer’i mevzuatta belirlenen görevleri yapmayan öğretmenler olarak gammazlayan eğitim yöneticilerine, şu soruları sorun ve cevapları not edin;

-İşle, eğitimle, mesleğiyle, okulla, öğrenciyle, hatta velilerle ilgili sorunlarda; örgütteki diğer çalışanlara gönüllü olarak yardım etme niyeti ve isteği olan öğretmenler, çoğunluğu Eğitim Sen’li olan öğretmenler değil mi?

-Örgüte, çalışanları etkileyecek konu ve durumlarda onları bilgilendirmeye yönelik davranışlar gösteren öğretmenler çoğunlukla Eğitim Sen’liler değil mi?

-Okullarda, kendilerinden beklenen asgari rol davranışlarının ötesinde gönüllü olarak çaba sarf eden, bütün kurul ve komisyonlara gönüllü giren, öğrencilere ücretsiz kurslar açanlar çoğunlukla Eğitim Sen’li öğretmenler değil mi?

-Okul sorunları konusunda sorumluluk alan, bütün anma, kutlama ve törenleri düzenleyen, hizmetiçi eğitim, eğitim toplantıları, kurslar ve bilimsel çalışmalara ve okuldaki her türlü karara katılma yönünde irade gösteren çoğunlukla Eğitim Sen’li öğretmenler değil mi?

-Okullardaki her türlü sorun karşısında kaçınılmaz zorluk ve problemleri şikâyet etmeden kabul eden, hatta idare ile okul toplumunun diğer unsurları arasındaki problemleri bile çözmeye çalışanlar çoğunlukla Eğitim Sen’li öğretmenler değil mi?

-Bu sorulara, bir tek hayır cevabı verecek olan var mı?

-Sanmıyorum!

-Varsa, çoğunluğu Eğitim Sen’li olan 11 285 öğretmeni cezalandırabilirsiniz!

-Cezalandırdığınız, Eğitim Sen’li öğretmenler değil, diğerkâmlık, nezaket, vicdanlılık, sivil erdem ve centilmenlik olacaktır, eğitim sistemi olacaktır, toplum olacaktır, toplumun geleceği olacaktır.

-Durmayın, infaz edin!

20 Ekim 2016

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Açığa Alma İnfaz Değil, Tedbirdir!

15 Temmuz darbe girişimi sonrası en fazla Milli Eğitim Bakanlığı olmak üzere birçok bakanlık, personelini, darbe girişiminde payı olduğu ya da FETÖ ile bağlantılı, irtibatlı, iltisaklı olduğu gerekçesiyle görevden uzaklaştırdı (Açığa alma) ya da ihraç etti. MEB, bununla da yetinmedi, eski defterleri de karıştırarak, 11 285 personelini de yaklaşık 1 yıl önce yapılan sendikal eylemlere katıldıkları gerekçesiyle 9 Eylül 2016 tarihinde açığa aldı.

Memurların açığa alınması 657 sayılı DMK’nin 137.maddesinde düzenlenmiştir. Madde de; “Görevden uzaklaştırma, Devlet kamu hizmetlerinin gerektirdiği hallerde, görevi başında kalmasında sakınca görülecek Devlet memurları hakkında alınan ihtiyati bir tedbirdir. Görevden uzaklaştırma tedbiri, soruşturmanın herhangi bir safhasında da alınabilir.” hükmü yer almakta ve açığa almanın bir tedbir olduğu açıkça belirtilmektedir.

141.maddede ise; görevden uzaklaştırılan veya görevinden uzak kalan memurların hak ve yükümlülükleri düzenlenmektedir. Bu maddeye göre de; “Görevden uzaklaştırılan ve görevi ile ilgili olsun veya olmasın herhangi bir suçtan tutuklanan veya gözaltına alınan memurlara bu süre içinde aylıklarının üçte ikisi ödenir. Bu gibiler bu Kanunun öngördüğü sosyal hak ve yardımlardan faydalanmaya devam ederler.” hükmü yer almaktadır. Bu madde de de açıkça yazıldığı gibi, açığa alınan memurların aldıkları maaşın 1/3’i kesilir. Sosyal hak ve yardımlar ödenmeye devam eder.

-Peki, bu öğretmenler sadece açığa mı alındı?

-Tabi ki hayır!

Açığa alınmakla birlikte maaşlarının 2/3’si ödenmeye başlandı. Her yıl eylül ayında ödenen, eğitime hazırlık ödeneği bu öğretmenlere ödenmedi.

657 sayılı DMK’nin Ek-32.maddesinde düzenlenen ve toplu sözleşmelerle belirlenerek her öğretim yılının başında öğretmenlere ödenen ‘Eğitim yılına hazırlık ödeneği’, MEB Strateji Geliştirme Başkanlığının, 08.09.2016 tarihli yazısıyla, açığa alınan öğretmenlere ödenmedi. Ödenmeme gerekçesi olarak da, MEB’in, Maliye Bakanlığı ile yazışma yaptığı ve Maliye Bakanlığının hazırlık ödeneğine ilişkin yazısındaki " Disiplin soruşturması nedeniyle açıkta bulunan ve öğretim yılına hazırlık ödeneğinin ödendiği ay içerisinde gayri iradi olarak görevinin  başında bulunmayan öğretmenlere, daha sonra idare tarafından görevlerine başlamaları halinde öğretim yılına hazırlık ödeneğinin ödenmesi" gerektiği şeklindeki görüşü açıklandı.

Bitmedi, 9 Eylül tarihine kadar okullarında görevleri başında olan bu öğretmenlere, o tarihe kadar ödenmesi gereken ek ders ücretleri kimi okul müdürlükleri tarafından, ödenmedi.

Bitmedi, MEB ve ÖSYM tarafından yapılan sınavlarda görev almak isteyen öğretmenlerin bu istekleri engellendiği gibi, görev çıkan öğretmenlerin de görevleri birer sms mesajıyla iptal edildi.

Yazılarımızı takip edenlerin de bildiği gibi, 6-7 yıllık eğitim yazıları yazma serüveni boyunca bir elin parmak sayısını geçmeyen sayıda parasal konuları içeren yazı yazmış biri olarak yukarıda sözünü ettiğim konuları da yazmaktan hoşnut olmadığımı ifade etmeliyim.

Ancak konu parasal olmaktan çok, yaşadığımız dönemde hukukun, yasaların ve genel anlamda mevzuatın yorumlanması noktasında büyük sorunların yaşanmakta olduğu gerçeğidir. Bu durum da, ileride idare ile öğretmenler arasında içinden çıkılmaz hukuksal problemlerin yaşanmasına neden olacaktır.

Çok kaba bir şekilde ifade etmek gerekir ki; Bakanlık teşkilatlarında görev yapan bürokratlar açısından normlar hiyerarşisinin bilinmemesi mümkün değildir. Normlar hiyerarşisi, hukuk normlarının derece ve kuvvetini belirlemekte ve bir hukuk düzeninde var olan normların çokluğu anlamına gelmektedir. Hukuk düzeni bir piramide benzetilecek olursa bu piramit anayasa, usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar, kanun, kanun hükmünde kararname, tüzük, yönetmelik ve genel tebliğler, tebliğler, genelgeler gibi adsız düzenleyici işlemlerden oluşan birden çok normun varlığını ifade etmektedir.

657 Sayılı DMK, milyonlarca memuru ilgilendiren bir temel kanun ve bir hukuk normudur. Maliye Bakanlığı bürokratları, eğitime hazırlık ödeneğinin ödenmemesi konusunda görüş yazarken, aynı kanunun 137.maddesindeki, açığa alınan memurlara maaşlarının üçte ikisi ödenir, bunun dışında kanunun öngördüğü sosyal hak ve yardımlardan faydalanmaya devam ederler, hükmünü dikkate almamıştır.

Kanunun Ek-32.maddesinde; eğitim ve öğretim hizmetleri sınıfına dâhil öğretmen unvanlı kadrolarda görevli olup, fiilen öğretmenlik yapanlardan söz edilirken; genel bir hükümden söz edilmiş, devamında da fiilen öğretmenlik yapmadıkları halde  ilköğretim ve okul müdürleri ile yardımcıları, cezaevi okullarında çalışan öğretmenler, yönetici, eğitim uzmanı ve eğitim uzman yardımcıları dâhil olmak üzere, eğitim ve öğretim sınıfına dahil diğer görevlilere de ödeme yapılacağı da eklenmiştir. Bize göre, fiilen öğretmenlik yapılmayan durumlar sadece askerlik yükümlülüğü ve ücretsiz izin gibi memurun kendi isteğiyle fiilen görevde bulunmadığı durumlardır. Aksi halde, Maliye Bakanlığının görüşüne göre eylül ayı içinde hastalık raporu alan, kaza geçiren, yakınının ölümü veya hastalığı nedeniyle mazeret izni ya da yıllık izin kullanan öğretmen ve yöneticilere de eğitim ödeneğinin ödenmemesi gerekir. Bu tür durumlar da arızi durumlardır ve geçici bir tedbirdir. Açığa alınma da arızi bir durum ve öğretmenin isteği dışında oluşan bir durumdur.

Yine eylül ayının ilk 9 gününün ek ders ücretini ödemek için gereken işlemleri yapmayan okul yöneticilerinin durumu, daha önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi kraldan çok kralcı tavrıdır. Bu konuda hukuksal bir girişime veya müdahaleye gerek bile yoktur. Bu tür işlem yapan kendini bilmez okul idarecileri derhal açığa alınan öğretmenlerin ek ders ücretlerini ödemek için gereğini yapmalıdırlar.

MEB ve ÖSYM’nin, açığa alınan öğretmenlere sınav görevi vermemesi ve çıkan sınav görevlerini iptal etmesi sadece kendi inisiyatiflerinde olan bir konuda yetki kullanmalarından ibarettir. Yetkilerini bu yönde kullanabilirler. Bu durum, hukuksal açıdan değerlendirilecek bir konu değildir. Sadece bu kararı alanların memur olduklarını, aile geçindirdiklerini, çocuk okuttuklarını unutmamalarını; ülkedeki siyasal ortamın her zaman aynı olmayabileceğini, bugün haksızca suçlananların bir gün kendilerinin yerlerinde olabileceğini ve “Keser döner sap döner, gün gelir hesap döner…” atasözünde dile gelen gerçeği bir an olsun akıllarından çıkarmamalarını hatırlatmak isteriz.

Devlet kinle, intikam duygusuyla, yargısız infaz mantığıyla ve adeta muhalif görülen kesimleri her alanda yok etme mantığıyla yönetilmez, yönetilemez. Okul müdür yardımcısından, okul müdürüne; şube müdüründen, il milli eğitim müdürüne; daire başkanından, müsteşarına kadar bütün görevli ve bürokratlar, hukuka ve normlar hiyerarşisine uymak zorundadırlar. Aksi halde, Cenap Şahabettin’in deyimiyle, “Yüksek makamlar yüksek tepeler gibidir, koşarak çıkanlar nefes darlığı hisseder.” biline.

23 Ekim 2016

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

676 Sayılı KHK Memurlara Ne Getirdi?

29 Ekim 2016 tarihinde yayınlanan 676 sayılı KHK ile kamuda kimi düzenlemeler yapıldı. Milli Eğitim Bakanlığı personeli ve öğretmen adayları için önem içeren bu düzenlemeler memuriyetten çıkarılmaya yeni kıstas ve öğretmen adaylarına güvenlik soruşturması getirilmesidir.

Bu düzenlemeler 676 sayılı KHK’nin “Kamu Personeline İlişkin Bazı Düzenlemeler” başlıklı 74.maddesinde yer almıştır. Maddeye göre; 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 48 inci maddesinin birinci fıkrasının (A) bendine aşağıdaki alt bent eklenmiştir.

"8. Güvenlik soruşturması ve/veya arşiv araştırması yapılmış olmak."

Bu düzenlemeye göre, devlet memuru olmak için gereken genel şartlar;

“1. Türk Vatandaşı olmak,

2. 657 sayılı Kanunun 40 ncı maddesindeki yaş şartlarını taşımak,

3. 657 sayılı Kanunun 41 nci maddesindeki öğrenim şartlarını taşımak,

4. Kamu haklarından mahrum bulunmamak,

5. Kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına ya da affa uğramış olsa bile devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahküm olmamak,

6. Askerlikle ilgisi bulunmamak, askerlik çağına gelmemiş bulunmak veya askerlik çağına gelmiş ise muvazzaf askerlik hizmetini yapmış yahut ertelenmiş veya yedek sınıfa geçirilmiş olmak,

7. 657 sayılı Kanunun engellilere ilişkin 53 üncü maddesi hükümleri saklı kalmak kaydı ile görevini devamlı yapmasına engel olabilecek akıl hastalığı bulunmamak,

8. Güvenlik soruşturması ve/veya arşiv araştırması yapılmış olmak.” Şekilnde yeniden düzenlenmiştir.

Bu düzenlemeyle, bundan böyle öğretmenlik de dahil olmak üzere devlet memurluğuna atanacak olan bütün memurlar için güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılması uygulaması getirilmiştir. Bu uygulama daha önce Milli Eğitim Bakanlığı personeli açısından okul müdürü ve daha üst görevdeki personellere uygulanıyordu

Aynı kararnamenin 75.maddesine göre; 657 sayılı Kanunun 125.maddesinin birinci fıkrasının (E) bendine aşağıdaki alt bent eklenmiştir.

"l) Terör örgütleriyle eylem birliği içerisinde olmak, bu örgütlere yardım etmek, kamu imkân ve kaynaklarını bu örgütleri desteklemeye yönelik kullanmak ya da kullandırmak, bu örgütlerin propagandasını yapmak."

657 sayılı DMK’nin 125.maddesinin (E) bendi, devlet memurluğundan çıkarma, bir daha Devlet memurluğuna atanmamak üzere memurluktan çıkarmak, fiillerini düzenlemektedir.

Bu düzenlemeyle de, terör örgütleriyle eylem birliği yapan, yardım eden, kamu kaynaklarını kullandıran ve propagandasını yapan memurların devlet memurluğundan çıkarılması düzenlenmiştir.

24 Ekim 2016

.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Eğitim Sen Neden Hedefte?

Başarısız darbe girişimi yaşamış ülkelerin deneyimlerine bakıldığında, Hükümetler tarafından, girişimin sorumlusu örgütler ve yapılanmalarla mücadele edildiği ve bu girişimin sorumlularının yargı önüne çıkarıldığı görülecektir.

Ülkemizde de 15 Temmuz darbe girişiminin ardından da aynı yol izlendi. Ancak darbecilerle mücadele edilirken, yetkililer tarafından ‘At izinin, it izine karıştığı’ şeklinde itiraflarla, bu mücadelenin kararlılıkla sürdürüldüğü konusunda zihinlerde tereddütler oluşmaya başladı.

Bir aşamadan sonra çıkarılan kimi kararnamelerde FETÖ ile ilgisi olmayan, siyasal olarak solda yer alan, yaşamları boyunca FETÖ ve benzeri yapılanmalarla mücadele etmiş kimi akademisyenler ve sendikacıların da isimleri yer almaya, bu kişiler kamu görevlerinden uzaklaştırılmaya, tasfiye edilmeye başlandı.

Bu tasfiyeler beşer, onar devam ederken kafalarda kimi sorular oluşmaya, acaba Hükümet darbecilerle birlikte fırsat bu fırsat diyerek, kendine muhalif gördüğü kesimleri de mi saf dışı etmeye başladı şeklinde şüpheler de dillendirilir oldu.

MEB, bu şüpheler sürerken, onları da ortadan kaldıran ve zihinlerde hiçbir tereddüte yer bırakmayacak bir adım atarak, 21 ve 29 Aralık eylemlerine katılan ve çoğunluğu Eğitim Sen üyesi olan 11 285 öğretmeni 9 Eylül 2016 tarihinde açığa aldı.

Normal bir dönemde, sendikal eylemlerin disiplin suçu oluşturmadığı bilinirken ve bu durum onlarca ulusal/uluslararası yargı  kararı ve hukuksal belgelerle sabitken, yüz yıllık mücadele geleneği darbelere karşı mücadele birikimini barındıran Eğitim Sen’in; darbeci FETÖ yapılanmasıyla birlikte tasfiye edilmeye çalışılması, ister istemez Eğitim Sen’in neden hedef seçildiği sorusunu gündeme getirdi?

Bizce sorunun cevabı, Eğitim Sen’in tüzüğünde yer alan amaçlar ve sınıf mücadelesinde konumlandığı yer ile ilgilidir.

İlkinden başlayacak olursak;

Eğitim Sen tüzüğünün 2.maddesinde sendikanın amaçları şu şekilde belirlenmiştir;

EĞİTİM SEN; tüm maddi ve insani değerlerin yaratıcısının emek olduğundan hareketle;

a) Evrensel değerleri gözeten ve yerel farklılıkları zenginlik olarak kabul eden bir emek örgütü olarak savaşsız ve sömürüsüz bir dünya hedefiyle ülkemizde ve dünyada her türlü baskıcı yönetime karşı demokrasi ve dayanışma kültürünü savunur.

b) İnsan hakları ve temel özgürlüklerin bütünlüğü içinde, din, dil, ırk, cinsiyet, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği, siyasal düşünce farkı gözetmeksizin bütün üyelerinin ekonomik, demokratik, akademik, sosyal, kültürel, hukuksal, siyasal, mesleki özlük hak ve çıkarlarını koruyup geliştirmeyi, üyelerine insanca bir yaşam düzeyi sağlamayı savunur.

c) Toplumun bütün bireylerinin, temel insan hakları ve özgürlükleri doğrultusunda, herkesin kendi anadilinde, cins ayrımcı olmayan, eşit demokratik, laik, bilimsel, parasız ve kamusal nitelikli eğitim görmesini savunur.

d) Grevli ve toplu iş sözleşmeli sendikal hakların kullanılması ve çalışma koşullarını düzenleyen hükümlerin uluslar arası normlara uyumunun sağlanması için mücadeleyi yürütür.

e) EĞİTİM SEN uluslararası sözleşmelerde yer alan çocukların hakları ve eğitimi ile ilgili temel hakların ve özgürlüklerin takipçisi ve savunucusudur. Olumsuz koşullardaki çocukların eğitimi için çalışmalar yapar.

Bu amaçlar, her türlü ayrımcılığı yok sayan, demokratik iş ilişkilerini gerçekleştirmeye çalışan, öğretmenlerin sadece ekonomik ve mesleki değil demokratik haklarını da elde etmeye çabalayan ve  herkesin kendi anadilinde, cins ayrımcı olmayan, eşit demokratik, laik, bilimsel, parasız, kamusal nitelikli eğitim görmesini savunan ve çağdaş demokrasiyi hedefleyen bir içeriğe sahip.

Bu nitelikte bir sendikanın, bütün iktidarlar karşısında örgütsel bağımsızlığını koruyarak, her türlü baskı ve algı operasyonlarına rağmen ayakta kalmayı bilmiş olması ve 100 yıllık mücadele geleneği ile bu ülkenin sol muhalif kesimlerini bünyesinde barındırabiliyor olması, iktidarların korkulu rüyası olmasına yeter de artar bile.

İkincisi ise ‘tüm maddi ve insani değerlerin yaratıcısının emek olduğu’ tespiti ve Eğitim Sen’in bu tespit doğrultusunda sınıf mücadelesinde konumlandığı yerdir.

İnsanlığın ortaya çıkışından bu yana sürmekte olan emek sömürüsü her zaman yöneten ve yönetilen sınıfların oluşmasına yol açmıştır. İlkel, ilkel-komünal, köleci, feodal toplum aşamalarını geçiren insanlık; kapitalizmle birlikte kitlesel sömürüye tabi tutulmuş, sermaye tarafından artı ürün elde etmek ve sömürüyü daha da arttırmak için çeşitli yol ve yöntemlerin ortaya çıkmasına tanıklık etmiştir.

Ülkemizde de sermaye sınıfı ve giderek bu sermaye fraksiyonlarının oluşturduğu tarihsel blok, kapitalist üretim ilişkilerinin ortaya çıkmaya başlamasının miladı olan 1800’lü yılların başından itibaren, dönemin ekonomik altyapısının gerektirdiği çalışma ilişkilerini hayata geçirmeye başlamıştır. Bu çalışma ilişkilerini, sermaye birikim rejimleri ve hegemonya projeleri ile hâkim kılmaya çalışan tarihsel blok, ilk olarak, çalışma ilişkilerinde ‘ilkel birikim’ yöntemini uygulamış, bu yöntemle, emek-yoğun sektörler ve ticari kapitalist ilişkilerle sömürüyü ve artı ürünü daim kılmaya çalışmıştır. Bu dönem 1840’lı yıllardan sonra yaygın birikim rejiminin uygulanmasıyla devam etmiş; iş gününü uzatma, daha fazla işçi çalıştırma gibi yöntemlerle artı ürün garanti altına alınmaya çalışılmış, 1929 ekonomik bunalımına kadar sürmüş; bu yıldan 1980’li yıllara kadar olan dönemde ise yoğun birikim rejimi hâkim olmuştur. Yoğun birikim rejiminin başat özelliği ise emek üretkenliğini ve emeğin yeniden üretiminin koşullarını düzenleyerek kriz yaşamadan sermaye çevriminin devam ettirilmesidir. 1980’li yıllardan itibaren ise 12 Eylül darbesi eşliğinde esnek birikim rejimine geçilmeye çalışılmış ancak üretim koşulları, üretim ilişkilerinin yapısı, sermayenin uluslararası sermaye ile bütünleşmesindeki yetersizlikler ve tabi ki sınıf mücadelesi bu aşamaya geçişi geciktirmiştir.

Bu birikim rejimlerine denk gelen hegemonya projeleri ise geçişkenlikleri sağlamada kimi zaman yetersiz olmuş, kimi zaman da emekçilerin mücadelesi ile başarısızlığa uğramıştır. Yoğun birikim rejimine kadar Osmanlı ve Cumhuriyetin ilk yıllarındaki savaş koşulları hegemonya projelerinin belirsiz bir şekilde uygulanmasına yol açmış, iktidarlar baskı aygıtlarının dışında rıza sağlayıcı araçları kullanamamışlardır. Ancak 1950’lı yıllardan sonra devletin baskı aygıtları ile birlikte, yoğun birikim rejimine mündemiç olan refah devleti uygulamalarını hayata geçirmişlerdir. Bu birikim rejiminin özellikleri olan büyük fabrikalar, büyük çaplı üretim, dayanıklı tüketim mallarına yönelik üretim, emeğin yeniden üretimini sağlayıcı sosyal koşullar, emeklilik hakları, sendikal hakların genişlemesi, güvenceli çalışma gibi koşullar, sınıf mücadelesini de yükseltici işlev görmüş ve ülke, 1980’li yıllara kadar Türkiye tarihinin gördüğü en büyük direnişlere sahne olmuştur.

Sınıf mücadelesinin yükselmesi, emekçi sınıfların ülke bütçesinden aldığı payın artması ve sermaye blokunun kar oranlarının azalması beraberinde yeni bir birikim rejiminin uygulanmasını gerektirmiş, normal demokratik koşullarda uygulanması mümkün olmayan esnek birikim rejimine geçilmesi için 12 Eylül darbesi yapılmıştır.

2001 yılındaki ekonomik kriz ve AKP iktidarının kurulmasına kadar neoliberal üretim ilişkilerini hâkim kılmaya çalışan hükümetler başarılı olamamış, esnek birikim rejiminin gerektirdiği çalışma ilişkileri kısmen hayata geçirilebilmiştir.

2002 yılından itibaren ise sermaye bloku için adeta gün doğmuş, tek partili ve halkın rızasını alan hükümetler dönemi başlamıştır. Bu dönemle birlikte esnek birikim rejiminin ve neoliberal ekonomik sistemin gerekleri olan, esnek, güvencesiz, örgütsüz, part-time, taşeron ve sosyal güvencelerden yoksun çalışma ilişkilerinin hâkim olmaya başlamasıyla emekçiler, etkileri bugün daha da iyi anlaşılmaya başlanılan karanlık ve geleceği belirsiz bir girdabın içine girmiştir.

AKP iktidarıyla, çalışma ilişkilerinde esnek üretim hâkim olurken, üstyapısal ilişkilerde de neoliberalizme özgü ilişkiler hâkim olmaya, işyerleri parçalanmaya, küçülmeye, örgütsüzleştirilmeye, esnekleştirilmeye ve güvencesizleştirilmeye başlamıştır. Süreç halen yoğun bir şekilde devam etmektedir.

Bilinenin aksine madalyonun diğer tarafındaki emekçiler 1800’lü yıllardan itibaren geçimlik işyerleri, atölye, ilkel fabrika, ticarethane, küçük şirketler, liman işletmeleri gibi işyerlerinde dernek benzeri kümelenmeler, giderek de dernek ve sendikalar da bir araya gelmenin ve haklarını aramanın koşullarını yaratmışlardır.

1940’lı yıllarla birlikte ivme kazanan emekçilerin mücadelesi 1960’lı yıllardan sonra sosyalizm mücadelelerinin yükselmesi, sol-sosyalist ve Marksist yayınların yoğun çevirilerinin yayınlanması ve  asıl olarak da yoğun birikim rejiminin gereği olan refah devleti uygulamalarının hayata geçirilmesiyle en üst seviyeye çıkmış, 1970’li yılların sonu ile birlikte adeta sermaye blokunun artı ürün sömürüsünün önüne takoz koymuştur.

12 Eylül darbesi mücadeleyi bir ölçüde kesintiye uğratmışsa da 1989 bahar eylemleri, Kürt sorunundan kaynaklı mücadeleler, kamu emekçilerinin sendikal örgütlenme çabaları gibi eylem ve yönlenmeler, esnek birikim rejiminin önünde set olma işlevi görmüş, neoliberalizm tam olarak hâkim olamamıştır. Sonraki yıllarda da işçi sınıfı, kamu çalışanları hareketi ve Kürt hareketinin merkezinde olduğu sınıf mücadeleleri belirleyici olmuş ve iktidarların rahat nefes almalarını, sermaye blokunun kar oranlarını üst seviyelere çıkarmalarının önüne set çekmiştir.

Eğitim Sen, öncülleriyle birlikte bu sınıf mücadelesinin hep içinde ve tabiri caizse hep merkezinde olmuştur. Eğitim emekçilerinin İkinci Meşrutiyet döneminde Encümen-i Muallimin ile başlayan örgütlenme ve mücadeleleri, 1900‘lerin ilk çeyreğinde anti-emperyalist bir tutumla bağımsızlık mücadelesi doğrultusunda bir hat izlemiştir. Cumhuriyet ideolojisini yaygınlaştırma amacıyla, eğitimin yaygınlaştırılması çabalarının damgasını vurduğu 1930‘lu ve 1940‘lı yıllarda eğitim emekçileri, görece zayıf örgütlenmeleriyle, eğitim hakkının yaşama geçirilmesi ve halka ulaştırılmasında etkili olmuşlardır.

İlk kez 1950‘lerde Türkiye Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonu (Tödmf) ve Köy Öğretmen Dernekleri ile ulusal ölçekte yaygın bir örgütlenme yaratan eğitim emekçileri, 1965‘te Türkiye Öğretmenler Sendikası‘nı (Tös) ve Türkiye İlkokul Öğretmenleri Sendikası‘nı (T.İlksen) kurarak sendikal form içinde örgütlenmişlerdir. Kendi sınıf kimliklerine ilişkin algılarında köklü bir dönüşüm yaşayan eğitim emekçileri, 1960‘ların sonlarında yükselişe geçen sınıf hareketinin de etkili bir bileşeni durumuna gelmiştir. Tös‘ün gerçekleştirdiği Devrimci Eğitim Şûrası ile Tös ile T.İlksen‘in Aralık 1969‘da gerçekleştirdiği Genel Öğretmen Boykotu, 12 Mart darbesine giden yolda önemli kilometre taşları olmuştur.

12 Mart 1971 tarihli askeri darbe sonrasında sendikal örgütlenme özgürlüğünden yoksun bırakılan eğitim emekçileri, aynı yıl kurdukları Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği (Töb-Der) ile bütün 70‘ler boyunca hem sınıf hareketinde, hem de anti-faşist mücadelede ön saflarda yerlerini almışlardır.

12 Eylül 1980 askeri darbesinin Töb-Der‘i kapatarak yöneticilerini ve pek çok üyesini tutuklamasının yanı sıra öğretmenlere dernek kurma yasağı getirilmiş, böylece eğitim emekçileri örgütsüz bırakılmaya çalışılmıştır. Bu çağdışı yasağa karşı 1986 yılından başlayarak “abece Dergisi” etrafında ve 1988‘den itibaren “Eğitimciler Derneği” (Eğit-Der) tarafından sürdürülen çalışmalar sonucunda eğitim emekçileri 28 Mayıs 1990‘da Eğitim İşkolu Kamu Görevlileri Sendikası‘nı (Eğitim-İş) ve 13 Kasım 1990‘da ise Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası‘nı (Eğit-Sen) kurmuşlardır. Eğitim emekçilerinin meşru haklarını kullanarak örgütledikleri ve diğer kamu emekçilerine de umut veren, yol gösteren sendikaları çeşitli yasal ve fiili engellemelere, baskılara karşın hızla kitleselleşmiş ve on binlerce eğitim emekçisiyle buluşmuştur. Eğitim İş ile Eğit-Sen‘in 23 Ocak 1995‘te birleşerek oluşturdukları Eğitim Sen, işte bu yüz yıllık eğitim emekçileri hareketinin günümüzdeki temsilcisi ve sürdürücüsüdür.

Eğitim Sen bu misyonuyla, tarihsel süreçte de görüleceği gibi sermaye blokunun ve onların temsilcisi iktidarların hep hedefi durumuna gelmiştir. Kapatma davalarından, üyelerinin katledilmesine, sürgün ve idari cezalardan hapis cezalarına kadar her türlü yıldırma politikasına maruz kalmıştır. Bugün yaşanan ihraçlar ve açığa alma uygulamaları, daha önce de söz ettiğimiz gibi Eğitim Sen’in sınıf mücadelesinde konumlandığı işçi ve emekçi sınıfların içindeki yeri nedeniyledir.

Eğitim Sen; eğitim emekçilerinin ekonomik, sosyal, demokratik ve kültürel haklarını koruma ve geliştirme, özgür-demokratik bir çalışma yaşamının oluşturulması mücadelesi; demokratik ve yaşanılası bir ülke talebiyle birlikte sendikal mücadelenin ana eksenini oluşturmaktadır. Bu bağlamda Eğitim Sen, üyelerinin haklarını ve çıkarlarını koruyup geliştirme doğrultusundaki mücadelesini, bir yandan güvenceli çalışma, nitelikli ve kamusal eğitim talepleri için sürdürülen mücadeleyle, öte yandan da eğitimi sermayenin tahakkümünden kurtarmak amacıyla yürütülen mücadeleyle birlikte, bütünlük içerisinde ele almakta ve sürdürmektedir.

Türkiye kapitalizmi, her tarihsel dönemde birikim rejimini değiştirmek için darbelere veya olağanüstü yöntemlere başvurmuştur. Bunun en yakın örneği, 15 Temmuz darbesidir. Bu darbe, sermaye fraksiyonları arasındaki egemenlik ilişkilerinin sonucu olarak ortaya çıkmış, MÜSİAD öncülüğündeki sermaye blokunun başarısı ve diğer sermaye fraksiyonlarını tahakküm altına almasıyla devam etmiş, bugün de asıl misyonu olan işçiler-emekçiler-ezilenler ve ötekileştirilenlerin kontrol altına alınmaya, artı ürünün ve sömürünün devamının sağlanmaya çalışılmasıyla devam etmektedir.

Türkiye kapitalizmi, neoliberal sistemin ve esnek üretim ilişkilerinin tam olarak uygulanmasının önünde Eğitim Sen’i engel olarak görmektedir. Çünkü Eğitim Sen’i yok etmeden esnek, kadrosuz, taşeron, güvencesiz, örgütsüz ve sosyal hakların olmadığı bir çalışma ilişkileri sistemini hayata geçirmesi imkânsızdır. Eğitim Sen yüz bini aşkın direngen üyesiyle neoliberal sistemin karşısında adeta bir kale gibi durmaktadır.  29 Aralık eylemi nedeniyle açığa alınan ya da FETÖ operasyonları nedeniyle ihraç edilen Eğitim Sen’liler, tarihsel süreçteki misyonlarının ne kadar önemli olduğunu bilmeli ve yaratılmaya çalışılan moral bozukluğu, sendikadan koparılma, etkisizleştirilme ve yok edilme operasyonlarına karşı dimdik ayakta olduklarını dost-düşman her kesime göstermelidirler.

Eğitim Sen’lilik bunu gerektirir.

25 Ekim 2016

  Eğitim Sen tüzüğü. http://egitimsen.org.tr/hakkimizda/tuzugumuz/ Erişim Tarihi:25.10.2016

  Eğitim Sen http://egitimsen.org.tr/hakkimizda/ Erişim Tarihi:25.10.2016

  Eğitim Sen http://egitimsen.org.tr/hakkimizda/ Erişim Tarihi:25.10.2016

 

 

 

 

 

İhraçlarla, Hukuki Güvenlik İlkesi Yok Edilmemelidir!

29 Ekim 2016 tarihinde yayınlanan 675 sayılı KHK ile başta öğretmenler olmak üzere, yönetici pozisyonundaki okul müdürü ve şube müdürleri ile maarif müfettişlerinin de aralarında bulunduğu 2 219 Milli Eğitim Bakanlığı personeli kamudan ihraç edildi.

İhraç edilen bu görevlilerin, 675’i Eğitim Sen üyesi öğretmenler olup, bunların 248’i de, 9 Eylül 2016 tarihinde bölücü terör örgütü bağlantılı oldukları iddiasıyla açığa alınan 11 285 öğretmen arasında yer alan personellerden oldu.

675 sayılı KHK’de, ne açığa alınıp ihraç edilen, ne de hiç açığa alınmadan doğrudan ihraç edilen öğretmenlerin, neden ihraç edildikleriyle ilgili olarak, herhangi somut bir iddiaya yer verilmezken, ihraç nedeni olarak; KHK’nin, “Kamu personeline ilişkin tedbirler” başlıklı 1.maddesinde; “Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik  Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olan ve ekli (1) sayılı listede yer alan kişiler kamu görevinden başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın çıkarılmıştır. Bu kişilere ayrıca herhangi bir tebligat yapılmaz. Haklarında ayrıca özel kanun hükümlerine göre işlem tesis edilir.”  açıklaması yer aldı.

Normal dönemlerde 657 sayılı DMK kapsamında görev yapan memurların, devlet memurluğundan çıkarma cezasını gerektiren fiil ve halleri ilgili yasanın 125.maddesinin (E) fıkrasında yer alır. Bu fiil ve hallere 676 saylı KHK ile (l) bendi de eklenmiştir. Eklenen hüküm şu şekildedir; “Terör örgütleriyle eylem birliği içerisinde olmak, bu örgütlere yardım etmek, kamu imkân ve kaynaklarını bu örgütleri desteklemeye yönelik kullanmak ya da kullandırmak, bu örgütlerin propagandasını yapmak.”

15 Temmuz darbe girişimi sonrası FETÖ ile ilgili olarak kamudan yapılan ihraçlar ile ilgili kriterler belirlenirken, terör örgütü ile ilgili yapılacak ihraçlar için de; MİT ve emniyet raporlarında ismi geçenler, sosyal medya hesaplarında örgüt lehine paylaşımlarda bulunup güvenlik güçlerini hedef alanlar, sosyal çevre araştırması neticesinde elde edilen veriler, terör örgütüne yönelik operasyonlarda teknik takibe takılanlar, DBP'li belediyelerle birlikte düzenledikleri piknik ve gezi organizasyonlarında çocukların kandırılıp dağa götürülmesine zemin hazırlayanlar, terör örgütüne yakın kültür ve gençlik merkezleri ile derneklerde gönüllü olarak çalışanlar, okulların ilk açılış haftasında Kandil'in çağrısı doğrultusunda öğrenci ve velilerini dersleri boykot etmeye teşvik edenler, 50 kişinin hayatını kaybettiği 6-7 Ekim Kobani eylemlerine katılanlar, öğrencileri de yanlarına alarak örgüt bağlantılı gösterilere öncülük edenler, polis ile askerin taş ve sopalarla hedef alındığı protesto gösterileri sırasında kameralara yakalanan ya da gözaltına alınıp hakkında tutanak hazırlananlar, terör örgütü üyeliğinden hakkında dava açılanlar, kurum içi soruşturmalarda müfettişlerin tespitleri doğrultusunda uyarı ve kınama cezası alanlar, okulda örgüt propagandası yapıp öğrencileri örgütün paravan merkezlerine götürenler ve öğrenci velilerinin bizzat şikâyet ettiği isimler, gibi kriterler belirlenmiştir.

Eğitim Sen üyelerinden ihraç edilenlerin, yukarıdaki kriterlere göre değerlendirildiğini düşünüyoruz. Ancak bu kriterlere göre yapılan ihraçların gerekçelerinin, normal hukuk düzenine geçildiğinde, geçersiz ve hukuki temelden yoksun olduğu görülecektir. Çünkü devlet memurluğundan çıkarılmayı düzenleyen 657 sayılı DMK’nin 125.maddesi yürürlükteyken haklarında herhangi bir işlem yapılmayan memurlar, olağanüstü hal döneminde belirlenen kriterlere göre ihraç edilmişlerdir. Üstelik bu kriterlerin yer aldığı yasal mevzuat bulunmamaktadır. Örneğin, MİT ve emniyet raporlarında ismi geçenler, sosyal medya hesaplarında örgüt lehine paylaşımlarda bulunup güvenlik güçlerini hedef alanlar, sosyal çevre araştırması neticesinde elde edilen veriler, gibi kriterler, yasal temelden yoksundur. Sonradan yapılan düzenlemeler hukuki değildir ve hukukun temel ilkelerine aykırıdır. 657 sayılı DMK’nin 125.maddesi (E) fıkrasına eklenen bent, hukuki düzenlemeleri geriye yürümezliği ilkesi gereği, düzenlemeden önceki durumlara uygulanamaz.

Hukuk kuralları belirli bir tarihte yürürlüğe girer, belirli bir süre yürürlükte kalır ve nihayetinde belirli bir tarihte yürürlükten kalkarlar. Çeşitli zamanlarda, farklı nedenlerle hukuk kurallarının değişmesi gündeme gelebilir. Hukuk kurallarını değiştiren makamın, sınırsız bir değişiklik yapma yetkisi olamaz. Bu yetki, hukukun genel ilkeleri ile anayasal ve yasal ilkelerle sınırlandırılmış durumdadır. Zira hukuk kuralları değiştirilirken bir yandan toplumun yeni ihtiyaçlarının karşılanması, diğer taraftan değişiklik tarihine kadar var olan mevcut hukuki durumun ve oluşmuş istikrarın zedelenmemesi gerekir. Hukuk kurallarının sık sık değişmesi hukuki istikrar ve belirliliği yok ederken, bu değişikliklerin geçmişte tamamlanmış ve/veya kazanılmış haklara geriye dönük olarak uygulanması belirlilik ve istikrarın yanı sıra hukuki güvenliğin de zedelenmesine sebep olur. Değişiklik yapma hususunda sınırlamanın geldiği son nokta ise “hukuki güvenlik ilkesi”dir.

Hukuki güvenlik ilkesi, hukuk kurallarında sık sık değişiklikler yapılarak hukuki istikrarı ve belirliliği yok eden kurallar ihdas edilmemesi, geriye yürüyen kuralların kazanılmış haklara dokunmadan bireylerin temel hak ve özgürlüklerini güvence altına alması gerektiğini ifade eder. Bu ilke, temel haklarda korunan ortak bir değerdir ve hukuk devleti ilkesinin olmazsa olmaz koşuludur. Anayasa’nın bütününe egemen olan temel bir ilke görünümündedir. Hukuk devleti ilkesi, en kısa tanımıyla; “vatandaşların hukuki güvenlik içinde bulundukları, devletin eylem ve işlemlerinin hukuk kurallarına bağlı olduğu bir sistemi anlatır.” Hukuk devleti hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm işlem ve eylemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerektirir.

Hukuki güvenlik ilkesinin anlamı ve kapsamını belirlemede, esas alınması gereken iki temel ilke vardır. Bunlar, geriye yürümezlik ilkesi ve kazanılmış haklara saygı ilkesidir.

Geriye yürümezlik ilkesi, hukuk kurallarının zaman bakımından uygulanmasıyla ilgili temel bir ilkedir. Bu ilke hukuk kurallarının zaman bakımından uygulanmasında en dikkat çekici olan ilkedir. Bu ilke; yürürlüğe giren yeni kuralın yürürlük tarihinden önceki dönemde hukuki sonuçlar doğurmasını yasaklayan ve kuralın ancak yürürlüğe girdiği tarihten sonraki olaylara uygulanmasını emreden hukukun genel prensibidir.

Kazanılmış hak; doğumu anında hukuka uygun olarak tamamlanmış ve böylece kişiye özgü lehte sonuçlar doğurmuş, daha sonra mevzuat değişikliği ya da işlemin geri alınması gibi nedenlere rağmen hukuk düzenince korunması gereken haktır. Kazanılmış haklara saygı ilkesi, hukuk devletinde bulunması ve uyulması gereken mutlak bir zorunluluk; devlet ve idareciler için bir yükümlülüktür.

Gerek geriye yürümezlik ilkesi gerekse kazanılmış haklara saygı ilkesi, uluslararası hukukun kabul ettiği evrensel prensiplerdir. Bu iki kavramla ulaştığımız hukuki güvenlik ilkesi ise hukuk devletinin olmazsa olmazları arasındadır. Bu nedenle idare, faaliyetlerini icra ederken, geçmişe yönelik sonuçlar doğuran işlemler tesis etmemeli, kazanılmış haklara saygı ilkesini daima gözetmelidir. Bu güvence, ancak idari faaliyetlerin belirli oranda öngörülebilir olduğu devletlerde olur. Yarın hangi sürprizle karşılaşacağı endişesini taşıyan bireylerin var olduğu toplumlarda, demokratik gelişim hiçbir zaman istenilen seviyeye gelemez. Bu nedenle hukuk devletinin, vatandaşlarına hukuki güven içinde yaşadıklarını her an hissettirmesi zorunludur. Unutulmamalıdır ki hukuk devleti ilkesinin gerçek anlamda özümsendiği bir ülkede bireyler kazanılmış haklarına, dokunulacağı endişesiyle değil, dokunulmayacağı güvencesiyle yaşarlar.

Bu nedenlerle idare, ihraçları yaparken, olağanüstü hal yönetiminin ilelebet sürmeyeceğini, normal hukuk düzenine geçildiğinde yaşanan bu ihraçların hemen hemen tümünün ulusal ve uluslararası hukuk tarafından iptal edileceğini bilerek işlem tesis etmelidir.

Konunun bir başka yönü açığa alınarak bekletilen öğretmenlere ilişkindir. Başta Milli Eğitim Bakan Yardımcısı Orhan Erdem olmak üzere, MEB’den bilgi alarak açıklama yapan AKP ve CHP milletvekilleri tarafından yapılan açıklamalarda, 9 Eylül tarihinde açığa alınan 11 285 öğretmen ile ilgili yapılan araştırma ve incelemelerin tamamlandığı, belirlenen kriterlere göre 675 sayılı KHK ile ihraçların yapıldığı, kalan diğer öğretmenler için de çeşitli idari cezaların verilerek görevlerine iade edilecekleri ifade edilmişti.

675 sayılı KHK’nin yayınlanmasının üzerinden 1 hafta geçmesine rağmen açıkta bulunan diğer öğretmenler hakkında henüz bir işlem tesis edilmemiştir.

1.yazılı sınavların yapılmakta olduğu, TEOG ve YGS sınavlarının yaklaştığı bu günlerde, açıkta bulunan öğretmenler, öğrenciler, veliler ve okul yöneticileri sabırsızlıkla, ilgili öğretmenlerin görevlerine iade edilmelerini beklemektedir.

Öğretmenler için okulda geçirilmeyen bir günün bile eğitimi engelleyici niteliğinden bahisle soruşturma açan MEB’den, aynı duyarlılığı, açıkta bulunan ve incelemeleri tamamlanan öğretmenleri göreve iade etme sürecinde de bekliyoruz.

05 Kasım 2016

  http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2016/10/20161029-4.htm Erişim Tarihi: 06 Kasım 2016

  Altundiş, Mehmet. (2008) Hukuki Güvenlik İlkesi. http://www.yasader.org/web/yasama_dergisi/2008/sayi10/Hukuki_Guvenlik_Ilkesi.pdf Erişim Tarihi: 06 Kasım

  a.g.e  s.61

  a.g.e. s.83-84

  a.g.e s.94

Okul İklimi Bozulduktan Sonra!

Örgüt iklimi, örgüte kimliğini kazandıran, görevlilerin davranışını etkileyen ve onlar tarafından algılanan, örgüte egemen olan özellikler dizisidir. Okulun örgütsel iklimi, üyelerin davranışlarını etkileyen ve bir okulu diğer okuldan ayırt eden iç özellikler bütünüdür. Başka bir deyişle okul iklimi, okulun bireysel kişiliğidir (M, Aydın, 1998).

Okul iklimi, okuldaki insanların ortak algılarına dayalı olarak gelişen, okuldaki tüm insanları etkileyen, onların davranışlarından etkilenen ve görece sürekliliği olan bir özellik olarak nitelendirilmektedir (Hoy, 2003, akt; Temel Çalık, Y.Özbay, A.Özer, T.Kurt, M.Kandemir). Kısaca okulların kişiliğidir.

Okul iklimini oluşturan başlıca faktörler şu şekildedir;

-Okulun amacı,

-Yapısı,

-Görev boyutları,

-Çevresi,

-Yönetim,

-Personel ve

-Sağlanabilen kaynaklar.

Bu faktörlerin çeşitli oranlarda birleşimi ve her faktörün değişik şekillerde etkilemesi sonucu okul iklimi oluşur. Okul iklimi, çalışanların okuldaki motivasyonunu ve verimliliğini etkileyen en önemli unsurlardan biridir. Okulun, vizyonuna odaklanması için, o okulda açık okul ikliminin oluşmuş olması beklenir.

Açık iklime sahip bir okulda, okul müdürü; işbirlikçi ve saygılıdır, okulun bütün paydaşlarından gelen önerilere açık, öğretmenlerin mesleki yeterliliğine saygılı ve bürokratik işlerden mümkün olduğunca kaçınarak, işleri kolaylaştırıcı işlev görür. Böyle bir okulda öğretmen de, okul yönetimini destekler, işbirliği yapar ve işine sadıktır.

Kapalı okul iklimine sahip bir okulda ise okul müdürü baskıcıdır, rutin işleri en önemli işlermiş gibi algılar ve gereksiz yere iş yükü yaratır. Aynı şekilde öğretmen de, her türlü faaliyete düşük düzeyde katılır, duyarsızlık, güvensizlik, hayal kırıklığı ve moralsizlik içindedir.

MEB, 29 Aralık eylemi nedeniyle okullara gönderdiği yazı, il-ilçe milli eğitim müdürlüklerinin, okullardan bu eyleme katılanları suçlu gibi göstererek istediği listeler, okul müdürlüklerinin büyük bir iştahla bu eylem başta olmak üzere, başka eylemlere katılanların da listelerini göndermesi sonucu açılan soruşturmalar ve nihayet 11 285 öğretmenin açığa alınması gibi uygulamalar; okullarda, birbirine güvenmeyen, moralsiz ve hayal kırıklığına uğramış büyük bir öğretmen  topluluğu ile otoriter ve rutin işlerin yapıldığı bir yönetim anlayışını ortaya çıkartmıştır.

Normal koşullarda ve zamanlarda bile, eğitim sistemimizde çeşitli nedenlerle öğretmen/yönetici sirkülasyonunun nepotizm uygulamalarının okullara kadar inmesi nedeniyle, sağlıklı ve açık okul ikliminden söz edilemezken; 29 Aralık eylemi nedeniyle 11 285 öğretmenin açığa alınması, bunlardan 248’inin ihraç edilmesi, kalan 11 bin civarında öğretmenin de iki aydan bu yana göreve iade edilmemesi, durumu daha da içinden çıkılmaz hale getirmiştir.

İki aydan bu yana öğrenciler ve veliler ya öğretmensiz kalmış, ya ücretli öğretmenlerle tanışmış, ya da okul değişikliği yaparak yeni bir öğretmen ve çevreyle yüz yüze gelmişlerdir.

Açığa alınan öğretmenler okuldan, öğrencilerinden, velilerden ve meslektaşlarından uzak kalmış, psikolojileri bozulmuş, yapılan onca yıllık eğitim hizmetleri yok sayılarak anlam kaybına uğramışlardır. Adaletsizlik, yetersiz maddi ve mesleki koşullar, sağlıksız çalışma ortamları, liyakat ve kariyer ilkelerine uyulmaması nedeniyle meslekte yükselme anlamında beklentisizlik, toplumsal statü kaybı, siyasal/cinsel mobbing ve her türlü nepotizm karşısında; sadece ilkesel  tutum ve hayata bakışlarındaki idealizm nedeniyle, eğitime, öğrencilere, okullarına ve çevreye yaptıkları olumlu katkılar, yapılan bu uygulamalar nedeniyle azalmaya yüz tutmuş ve korkarım ki, göreve dönüşlerden sonra da uzun süre de azalmaya devam edecektir.

Bu öğretmenlerin, okul iklimine olan katkıları yok sayılmış, yapacakları yeni katkılar önemsenmemiş, okulun vizyonuna, misyonuna, çevreye ve topluma katacakları değer ve anlam ihmal edilmiş, halen de göreve başlatılmayarak ihmal edilmeye devam edilmektedir.

Öğretmenler haksızlığa uğramış, üzülmüş ve kırılmıştır!

Tabiri caizse, MEB tarafından, okul iklimi yerle bir edilmiş, okulların kişiliği zedelenmiştir.

Okulların uzun süre açık veya kapalı iklime sahip olması sonucu, tıpkı bir canlı organizmada oluşan semptomlar gibi sağlıklılık ve sağlıksızlık belirtileri baş gösterir. Bu koşullarda sağlıklı okullar kendi ihtiyaçlarını karşılayıp, dışarıdaki problemlerle başarılı bir şekilde baş edip, enerjisini misyonu doğrultusunda kullanırken; sağlıksız okul, zararlı dış güçlerden çabuk etkilenir, yöneticiler ve öğretmenler makul olmayan taleplerle karşılaşır, yönetici, liderlik yapamaz hale gelir,  öğretmenlerin morali ve akademik beklenti düşer ve sonuçta bütün çalışanlar okula “öylesine” gitmeye başlar.

MEB, okulların sahip olduğunu düşündüğümüz açık okul iklimine daha fazla zarar vermeden, yaptığı bu açığa alma uygulamasını düzeltmeli, öğretmenleri görevlerine iade etmelidir.

Bilinmelidir ki, bir eğitim sisteminin başarılı ve verimli olması, amaç ve hedeflerine ulaşabilmesi için sistemdeki okulların çoğunluğunun, hatta tümünün açık okul iklimine sahip olması gerekir.

7 Kasım 2016

Kaynaklar

-AYDIN, M. (1998). Eğitim Yönetimi. Ankara, Hatipoğlu Yayınları.

-Hoy, W.K. (2003). School climate. In J.W. Guhtrie (Ed.), Encylopedia of education

(2nd ed.), (pp. 2121-2124). New York: Thompson Gale.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Diren Buğday Tanesi!

Zor dönemlerden geçiyoruz!

Buğday tanesinin, darmadağın olup etrafa saçılmasını ve bir daha toprakla buluşmamasını hedefliyorlar!

Diğer buğday taneleriyle yan yana gelmemesini, toprağa yaslanıp, başını dik tutmamasını amaçlıyorlar!

Topraktan beslenmesin, kar suyundan kana kana su içmesin, güneşi görmesin istiyorlar!

Sanki hiç buğday olmamış, toprak oluşmamış; su, canlılara hayat vermemiş, kar yağmamış, güneş ısıtmamış!

Sanki hiç buğday taneleri bir araya gelmemiş, ekin olmamış, başak olmamış, harman olmamış, yaşamı örmemiş, baharı örgütlememiş!

Aklımızla dalga geçiyorlar!

Bütün bunların olmadığını, bundan böyle de olmayacağını salık veriyorlar!

Algı yaratarak yapıyorlar bunu!

Algılarımızı yöneterek!

Algı, duyu organlarımızca taşınan duyusal verileri örgütleyip yorumlayarak, insanların çevresinde yer alan uyaranlara anlam verme süreci ve dış dünyadan gelen uyarıların, zihinsel olarak yorumlanması olarak tanımlanıyor. Algılar; ne gördüğümüzü, nasıl yorumladığımızı, neye inandığımızı, nasıl davrandığımızı bize gösterir. Algılarımız aynı zamanda zihnimizde değerler yaratıp, problemler oluşturmakta ve bu problemleri de çözmektedir.i

Hal böyle olunca algı yönetimi, toplumsal yaşamda gerçeklikten daha önemli yer tutmaya başlıyor.

Hepimiz biliyoruz ki birey, çevre ile ilişkisini duyu organları sayesinde yürütmektedir. Çevreden aldığı veriler beyine iletilmekte ve algıladığı olayla ilgili bireyin düşünce süreci başlamaktadır. Bu şekilde bireyin zihninde bir anlam yaratılmaktadır.

Bizim bildiğimizi, egemenler bilmiyor mu?

Tabi ki biliyor!

İşte algı yönetimi bu noktada devreye girerek, oluşturulmak istenen algının, gerçeklikle yer değiştirmesine neden oluyor.

Algı yönetimi ile özellikle amaçlanan,

-Geçerlilik kazanmak ve korumak için, kamuoyu desteği oluşturmak,

-Belirlenen topluluğun davranış ve tutumlarını istenilen doğrultuda etkilemektir.ii

Davranış ve tutumları değiştirilmek istenen topluluk özelde Eğitim Sen, genelde Kesk üyeleridir dostlar!

Bunun bilincinde olalım!

Hani ‘Eğitim Sen Neden Hedefte?’ diye sormuş ve temelde iki neden ortaya koymuştuk.

Eğitim Sen’in hedefe konulmasının, tüzüğünde yer alan amaçlar ve sınıf mücadelesinde konumlandığı yer ile ilgili olduğunu ileri sürmüştük.

İşte tam da bu nedenlerle, Eğitim Sen algı yönetimi bombardımanı altına alınarak, üyelerine karşı adeta bir psikolojik savaş yürütülüyor.

Küresel köye dönüşen dünyamızda çok çeşitli araçları da var algı yönetimini insafsızca hayata geçirmenin.

Küresel medya, sürekli haber döngüsü, anlık haber bildirme, gerçek zamanlı bilgiyi çarpıtma, internet ve haber hazırlama kolaylığını kullanma bunlardan birkaçı.

-MEB’in 8 Eylül 2016 tarihli twetter mesajında yer alan ‘Bölücü terör örgütü bağlantılı 11 bin 285 personel açığa alındı.’ cümlesinin halen orada durması, algı yönetiminin bir gereği.

-Normal zamanlarda ve asgari hukuk kurallarının uygulandığı dönemlerde sendikal hak olarak değerlendirilmesi gereken 29 Aralık eyleminin, cezalandırılmak istenmesinin nedeni, algı yönetimi.

-29 Aralık eylemi nedeniyle açığa alınan 11 285 öğretmenle ilgili ilk günden başlayan algı operasyonlarının, tetikçi web siteleri aracılığıyla, her gün yeni bir yalan haber ekleyerek,  hız kesmeden devam etmesi, algı yönetiminin bir gereği.

-Aynı eylem nedeniyle ülkenin batısında farklı, doğusunda farklı  ceza verilmesinin ve doğuda görev yapan öğretmenlerin ‘bölücü terör örgütü bağlantılı’ olarak lanse edilmesinin nedeni, algı yönetimi.

-İki aydır açıkta bekletilerek derslere sokulmayan, öğrencilerle buluşması engellenen, velilerle arası bozulmaya çalışılan, meslektaşlarından izole edilmesi düşünülen öğretmenlerin, bu muameleye tabi tutulmasının nedeni de, algı yönetimi.

-Açığa alınan öğretmenlerin dosyalarının incelenmesinin ekim ayı başında bittiği kamuoyuna duyurulmasına rağmen, halen görevlerine iade edilmeyişlerinin nedeni de, algı yönetimi.

-İyi niyetli olduklarından şüphe duymadığımız bazı CHP’li milletvekilleri aracılığıyla, açıkta bekleyen öğretmenlerle, ailelerini; göreve iade beklentisi içine sokarak, üstelik verilen her tarihin yalan olmasını da bekleyerek, uygulanan yöntem de, algı yönetimi.

Evet dostlar;

Eğitim Sen’den, istifaların artmasını bekliyorlar!

Daha rahat paralize edecekleri sayıya düşmemizi bekliyorlar!

Üyelerle, üyeler arasında; üyelerle, yönetim arasında; Eğitim Sen’lilerle, toplum arasında güvensizlik oluşmasını bekliyorlar!

-İstiyorlar ki Eğitim Sen’liler; herkesin demokratik, laik, bilimsel, parasız, anadilinde, cins ayrımcı olmayan ve kamusal nitelikli eğitim görmesini savunmasın!

-İstiyorlar ki Eğitim Sen’liler; grevli ve toplu iş sözleşmeli sendikal haklardan vazgeçsin!

-İstiyorlar ki Eğitim Sen’liler; bütün üyelerinin ekonomik, demokratik, akademik, sosyal, kültürel, hukuksal, siyasal, mesleki özlük hak ve çıkarlarını koruyup geliştirmeyi, üyelerine insanca bir yaşam düzeyi sağlamayı artık istemesin!

– İstiyorlar ki Eğitim Sen’liler; her türlü baskıcı yönetime karşı demokrasi ve dayanışma kültürünü yüksek sesle dile getirmesin!

– İstiyorlar ki Eğitim Sen’liler; olumsuz koşullardaki çocukların eğitimi için çalışmalar yapmasın!

– İstiyorlar ki Eğitim Sen’liler; sınıf mücadelesi etmekten vazgeçsin; emekçiler, ezilenler ve ötekileştirilenlerle birlikte eşitlik ve özgürlük mücadelesi vermesin!

Peki, başaralı olabilirler mi?

-Yüz bini aşkın üyesiyle, yüz yıllık birikimi, birkaç ayda berhava edebilir mi?

Bu soruya, bütün Eğitim Sen’lilerin ve şu anda Eğitim Sen’den çeşitli gerekçelerle ayrı duran Eğitim Sen dostlarının hep birlikte;

 ‘Hayır, başaramayacaklar, bizi yok edemeyecekler, boyun eğmeyeceğiz, itaat etmeyeceğiz,  bu yaşamın akışına ters, direneceğiz, birbirimize sıkı sıkıya sarılacağız ve yeniden ayağa kalkacağız!’ sözlerini duyar gibiyim.

Ve ardından hep birlikte, hep bir ağızdan ama çok sesli olarak, devrimci şair İbrahim Karaca’nın, ‘Buğday Tanesi’ şiiriyle direneceğiz!

Çünkü yaşamak, direnmektir!

“Bekle kar altında kalan buğday tanesi,

Yine onun sularıyla yeşereceksin.

Gözyaşların çare değil ağlama büyü,

Başını dik tutabilirsen boy vereceksin.

Her yanımda allı morlu,

Güller açar türlü türlü,

Bu fırtına dünden belli,

Baş edeceksin.

Korku kar eylemez bir kez yola düşene.

Sen bir aşkın içindesin yaşayacaksın.

Dört yanını börtü böcek sarsa ne çıkar.

Toprağa sıkı sarıl baş edeceksin.

Her yanımda allı morlu,

Güller açar türlü türlü,

Bu fırtına dünden belli,

Baş edeceksin.

11 Kasım 2016

 

i İsmail BAKAN, İlker KEFE. KURUMSAL AÇIDAN ALGI VE ALGI YÖNETİMİ.

ii gel, P.C., (2005), Perception Management: IO’s Stepchild?, Low Intensity Conflict & Law

Enforcement, 13 (2), ss.117-134. Akt:  İsmail BAKAN, İlker KEFE

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

FETÖ, Kaos Peşinde!

Hiç şüphem kalmadı!

FETÖ, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra kaos planları yapıp, uyguluyor.

FETÖ, kaos peşinde!

Ne kadar operasyon yapılırsa yapılsın, ne kadar tutuklama olursa olsun, ne kadar ihraç edilirse edilsin, 40 yılda, bir ahtapotun kolları gibi sardıkları kamu kurumlarından sökülüp atılmaları mümkün değil.

Fiziken sökülüp atılsalar bile, kamu kurumlarında gösterdikleri 40 yıllık faaliyet bir alışkanlık, bir ruh, bir kültür oluşturmuş durumda.

Bu alışkanlık, ruh ve kültür Anadolu’nun kadim geleneğinden süzülüp gelen ne kadar olumlu değer varsa hepsini yerle bir eden bir ihtivaya sahip.

Ne vicdan, ne acıma, ne diğerkamlık, ne nezaket, ne alçakgönüllülük, ne erdem, ne dürüstlük, ne sevgi, ne saygı, en önemlisi ne de insan sevgisi var bu kültürde.

Alabildiğine kabalık, hoyratlık, yalancılık, düzeysizlik, gıybet, kötülük ve alçaklık.

Bu noktada masum öğretmenlerden, memurlardan söz etmiyorum.

Söz ettiğim kamu kurumlarında üst görevlerde bulunan, bürokrat görünümündeki CİA ajanı kripto FETÖ’cüler ve bunların yazılı ve görsel medyadaki işbirlikçileri.

Yaptıkları her icraatta, attıkları her adımda; dalavere, kumpas ve tezgâh peşindeler!

Toplumu çürüttüler!

Toplumsal yapıya darbe vurdular!

Ne kadar olumlu değer varsa içini boşalttılar!

Ne kadar olumsuz değer varsa baş tacı ettiler!

O kadar ileri gittiler ki; ne masumların gözyaşını, ne çocukların geleceğini, ne evine bir lokma ekmek götürmeye çalışan işçinin alın terini, ne de bütün insani birikimini öğrencilerine aktarmaya çalışan öğretmenlerin emeğini dikkate alıyorlar.

Varsa, yoksa ceplerini doldurdukları para ve bir sonraki gün nereden nemalanacaklarını hesap ettikleri çıkar çatışmaları.

Para ve çıkar için yapmayacakları alçaklık, satmayacakları şey yok!

Yıllardır muktedir olarak yaptıkları alçaklıkları, şimdi hem kamu kurumlarında gizlenerek, hem de basın-yayın organları ellerinden alındığı için ne idüğü belirsiz web siteleri aracılığıyla yapıyorlar. Web sitelerinin adının başına ve sonuna da, kamuyu yanıltmak için ‘kamu’ sıfatını koymaktan da geri kalmıyorlar!

15 Temmuz alçaklığının hesabını vermemek ve hedef saptırmak için bu toplumun kanayan yaralarını kaşıyarak, emek ve demokrasi mücadelesi yürüten Eğitim Sen’lilere saldırıyorlar.

Sendikalarının aldığı karar gereği, başkaca hiçbir amacı olmayan bir günlük okula gitmeme eylemine katıldıkları için 11 285 öğretmeni, iki ayı aşkın bir süredir okullarından ve öğrencilerinden uzak bir şekilde açıkta bekletilmesi için açık-gizli kripto faaliyet yürütüyorlar.

Alçaklığı meslek edinen kimi web siteleri, 11 285 öğretmenin açığa alındığı ilk günden ve devamında her hafta başında birer-ikişer yalan haber üretip, algı operasyonları aracılığıyla, bu öğretmenlerin ihracı, sürgün edilmesi ve olmuyorsa en ağır idari ceza alması için yırtınıyorlar.

Bakanlığın, yetkili ağızlarından kimi CHP milletvekilleri aracılığıyla, Ekim ayı başında açıkta bekletilen öğretmenlerle ilgili incelemelerin bittiği, düşünülen idari cezaların ve tedbirlerin açıklanmasının an meselesi olduğu yönündeki her haberin ardından, acele ve telaşla çamur atma faaliyetlerine girişiyorlar.

Hiçbir resmi kaynağa dayanmadan,  çöreklendikleri kamu kurumlarındaki kripto FETÖ’cülerin kendilerini kurtarmak ve gizlenmeye devam etmelerinin önünü açmak için yumurtladıkları yalan-yanlış kırıntılarını, gerçekmiş gibi web sitelerinde flaş haber olarak duyuruyorlar.

Bu haberlerden etkilenecek, psikolojisi bozulacak 11 285 öğretmen, 11 285 eş, 11 285 anne baba, binlerce çocuk olduğunu ve yüzbinlerce öğrenci-veli olduğunu düşünmüyorlar.

Onlar için önemli olan para ve çıkar!

Bölücü terör örgütü yandaşı öğretmenler sıfatını o kadar rahat kullanıyorlar ki; sanırsınız devletin istihbarat örgütünün başında oturuyor ve bu öğretmenlerin bütün sicil dosyalarını rahatlıkla görebiliyorlar.

Yaptıkları bu kripto faaliyet sonunda, olağanüstü hal koşulların sınırlı hukuku nedeniyle bu öğretmenler bir şekilde ihraç veya sürgün edildiğinde, idari ceza aldığında belki mutlu olacak, FETÖ’cü kimliklerini bir süre daha gizleyebilecekler.

Ancak aklı-selim yetkililer, olağanüstü hal koşullarında sendikal eylemlere ceza verilmesinin normal; olağan koşullarda sendikal eylemlere ceza verilmesinin anormal olduğunu bilmelidirler.

Sendikal eylemlerin suç olmadığına dair onlarca uluslararası sözleşme, AİHM, Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve İdare Mahkemesi kararı olduğu unutulmamalıdır.

Daha mürekkebi bile kurumayan, 29 Aralık eyleminin suç oluşturmadığına dair İzmir Karşıyaka ve Adıyaman Mahkemeleri ile 2010 yılında yaptıkları sendikal eylem nedeniyle ceza alan İstanbul Eğitim Sen üyelerinin, AİHM’de kazandıkları davayı, aldıkları tazminatlar akıldan çıkarılmamalıdır.

Kripto FETÖ’cülerin, algı operasyonlarının hedefi olan 11 285 öğretmene ceza vereceğim derken, devleti, altından kalkamayacağı tazminatların altında bırakmaya çalışmalarının görülmesi ve önlem alınması gereklidir.

Bilinmelidir ki; bu 11 285 öğretmen, ihraç da olsa, sürgün de olsa, kademe durdurma, maaş kesim, kınama ve uyarı cezası da alsa, tümüne de itiraz edecek, idari yargı yoluna başvuracak, yurt içinden sonuç alamazsa, bu cezaları AİHM’e taşıyacaktır.

Bundan kimsenin şüphesi olmasın.

Bu arada, süreç sonunda 11 285 öğretmenin büyük çoğunluğunun suçsuzluğu anlaşılacak ve görevlerine dönecekler.

Zaman zaman yazdığımız yazılarla, Bakanlık koridorlarında çöreklenmiş kripto FETÖ’cülerin ve onların işbirlikçisi web sitelerinin bu alçak algı operasyonunu durdurmaya, sendikal eylem dışında hiçbir amacı olmayan bu masum öğretmenlerin hakkını savunmaya çalıştık. Yıllardır köşe yazısı yazdığımız sitelerin bir bir yazılarımıza son vermesi pahasına. Bu da bizim bu süreçte ödediğimiz bedel olsun.

Bu süreçte son olarak, 40 yılda oluşan, alabildiğine kabalık, hoyratlık, yalancılık, düzeysizlik, gıybet, kötülük ve alçaklık ihtiva eden bu FETÖ’cü alışkanlık, FETÖ’cü ruh ve FETÖ’cü kültürün oyununu bozmak, çamur atma haberciliğinin algı operasyonlarına gelmemek, toplumu ve devlet örgütünü daha da içinden çıkılmaz problemlerin girdabına sürüklememek gereklidir.

Unutulmamalıdır ki, FETÖ, bu toplumda habis bir ur haline gelmiştir fakat bilinmesi gereken başka bir şey daha vardır. Başkasının kötülüğünü düşünen, bunun için tuzaklar kuran kimse, kurduğu tuzağa önce kendisi düşer, hiç kimsenin yaptığı kötülük yanına kar kalmaz, ona yarardan çok zarar getirir.

 

15 Kasım 2016

 

 

 

 

 

 

 

 

Hak Ararken FETÖ’ye Bulaşmak!

15 Temmuz darbe girişiminin ardından, girişimin sorumlusu olarak belirlenen FETÖ, kamu kurum ve kuruluşlarından hızla tasfiye edilmeye başlandı.

Normal dönemlerde devlet memurlarının 657 Sayılı DMK’ye, askeri personelin 926 Sayılı TSK Personel Kanununa, üniversitelerde görev yapan akademisyen ve memurların da YÖK Disiplin Yönetmeliğine göre yürütülen kamu görevinden çıkarılma işlemleri, darbe girişiminin hemen ardından Hükümet tarafından ilan edilen Olağanüstü Hal Kanununa göre KHK’lerle yürütülmeye başlandı.

Bu işlemler yapılırken bazı kriterler belirlendi. Bu kriterler şu şekildedir; 

-17/25 Aralık'tan sonra Bank Asya ve Paralel Yapı'nın diğer şirketlerine parasal katkı sağlamak.

-FETÖ'nün sendikaları ve derneklerinde yönetici veya üye olmak.

-By Locak ve benzeri özel şifreli yazışma programını kullanmak.

-Kimse Yok Mu Derneği'ne bağışta bulunmak.

-Emniyet ve MİT ve MASAK raporlarının olması.

-Kapsamlı sosyal medya taraması.

-Örgütün sivil toplum kuruluşları adı altında sohbet ve toplantılarına katılmak.

-Doğal akış dışında kısa sürede terfi etmiş veya özel görevlere getirilmiş olmak.

-Örgüte ''himmet'' adı altında para aktarmak.

-Güvenilir ihbarlar, ifade ve itiraflar bulunması.

-Takip ettikleri sitelerin incelemesinden elde edilen edilen sonuçlar.

-FETÖ üyesi şirketlerin normal olmayan işlemlerini yapmak, koruyup kollamak.

-Yargıda ve emniyette örgüt lehine hareket ettiği tespit edilen kişiler arasında yer almak.

-Paralel Yapı'nın ev ve yurtlarında kalanların sonraki yıllarda gösterdiği davranışlar.

-İşyerinde diğer çalışanlardan, tanıyan kişilerden elde edilen bilgiler.

-Örgütün gazete, dergi aboneliği ve çocuğunu okullarına göndermeyi 17/25 Aralık'tan sonra sürdürmek.

Hükümet yetkilileri tarafından müteaddit defalar yapılan açıklamalarda, FETÖ nedeniyle ihraç edilen kamu görevlilerinin, bu kriterlerden sadece bir tanesi ile değil birkaç tanesi ile irtibatlandırıldıkları için ihraç edildikleri yönünde tespitler olduğu ifade edildi.

Kamuoyunda FETÖ ile ilgili konular tartışılırken Hükümet bir başka adımı daha hayata geçirdi. Bu adım, kamu kesiminde bölücü terör örgütü ile ilgili olduğu iddia edilen operasyonlardı.

Bu kapsamda ilk olarak MEB harekete geçti. MEB, olağan koşullarda, kendi personeli açısından 657 sayılı DMK’ye göre soruşturma yürütmesi gerekirken, beklenmeyen ve eğitim tarihinde benzeri görülmeyen bir uygulamaya giderek, 9 Eylül 2016 tarihinde bölücü terör örgütü ile irtibatlı olduğu gerekçesiyle, 9 483’ü Eğitim Sen üyesi olan, toplam 11 285 öğretmeni açığa aldı. Bu öğretmenlerden Tunceli ilinde görev yapan 420’si, 16 Eylül 2016 tarihinde görevlerine iade edilirken, 248’i, 29 Ekim 2016 tarihinde çıkarılan 675 Sayılı KHK ile ihraç edildi. Açıkta bekleyen 11 bine yakın öğretmen için ise disiplin soruşturması işlemlerinin devam ettiği ve sona gelindiği bizzat Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz tarafından kamuoyuna açıklandı.

Açığa alınma şokunun etkisinin geçmesinin ardından, Eğitim Sen tarafından yapılan araştırma sonucunda, açığa alınan 11 285 öğretmenin, büyük çoğunluğunun KESK tarafından karar altına alınan ve 21-29 Aralık 2015 tarihlerindeki bir saatlik ve bir günlük iş  bırakma eylemi gerekçesiyle açığa alındığı ortaya çıktı. Bu sonuç karşısında eğitim ve genel kamuoyunda, sendikal eylem nedeniyle açığa alınma işleminin haksız ve hukuksuz olduğu yönünde kanaat oluşmaya başladı.

Bu arada çeşitli tarihlerde çıkarılan KHK’lerle, yukarıdaki kriterlere göre FETÖ ile aidiyeti, iltisakı veya irtibatı belirlenen kamu görevlileri ihraç edildi.

Olağanüstü dönemlerin, olağanüstü hukuk kuralları kapsamı içinde değerlendirebileceğimiz bu kriterleri tartışmak niyetinde değiliz. Zaten olağan döneme dönüldüğünde başta hukuk kurumları, üniversiteler ve siyasi partiler başta olmak üzere toplumun çeşitli kesimleri bu kriterleri tartışarak hukuk süzgecinden geçirecek, haksızlığa ve hukuksuzluğa uğrayanlarla ilgili itiraz süreçleri yeniden değerlendirilecektir. Hali hazırda, hukuksuzluğa uğrayanlar açısından, yürütmeyi durdurma davaları hariç olmak üzere, olağanüstü hal koşullarında bile idari yargı yolu açıktır.

Kamuoyunda, Hükümet tarafından hedef tahtasına konulan darbenin müsebbibi FETÖ ile başka amaçlarla üzerinde operasyon yürütülen Eğitim Sen ve KESK’in, mağduriyet yaşamaları hasebiyle, aynı noktada bulundukları ve ortak mücadele etmeleri yönünde bir yaklaşım oluşturulmaya çalışılıyor.

Bu noktada bir hususa dikkat çekmek istiyoruz. FETÖ nedeniyle ihraç edilen kamu görevlileriyle, sendikal eylem nedeniyle açığa alınan veya ihraç edilen Eğitim Sen üyesi öğretmenlerin durumu konusunda benzerlik olduğunu iddia etmek doğru bir yaklaşım değildir. Kuşkusuz, FETÖ nedeniyle ihraç edilen kamu görevlilerinin arasında Aktif-Sen üyesi olan kamu görevlileri bulunabilir. Bu durum yargı süreçlerinde ortaya çıkacaktır. Ancak bu aşamada, 40 yıldır kamu kesiminde çeşitli yöntemlerle örgütlenen FETÖ’nün, masum olup-olmadığı konusunda fikir yürütmek doğru bir yaklaşım olmayacaktır.

Hükümetin FETÖ’ye karşı yürüttüğü operasyonla, Eğitim Sen ve KESK’e karşı yürüttüğü operasyonun gerekçeleri çok çok farklıdır.

FETÖ, 17-25 Aralık 2013 tarihine kadar, bu ülkedeki iktidarı paylaşan egemen sermaye blokunun bir unsuruyken, iktidarla girdiği fraksiyon savaşından mağlup ayrılmış, o tarihten sonra da yetkililerin tarifiyle; altı ibadet, ortası ticaret, üstü ihanet olan ve CİA bağlantılı olduğu kamuoyunda sıkça dillendirilen bir örgüt imajıyla kamuoyunda temayüz etmiştir.

FETÖ, ekonomik anlamda her zaman muhafazakâr-esnaf-KOBİ sermayesinin siyasal temsilcisi ve Türk-İslam ideolojisinin taşıyıcısı konumunu kimseye kaptırmamıştır.

FETÖ, hiç bir zaman emekten, barıştan, demokrasiden, özgürlükten söz etmemiş; emekçilerden, ezilenlerden, ötekileştirilenlerden yana olmamıştır.

FETÖ, AKP iktidarının ideolojik hegemonya kurmasında basın ve medya ayağıyla en etkili araç olmuştur.

Eğitim Sen ve KESK ise sarı sendikalar tarafından üzerine yapıştırılmaya çalışılan bütün çirkin yakıştırmalara rağmen, bu ülkenin yüz yıllık emek, barış ve özgürlük mücadelesi birikiminin yarattığı en büyük ve en güçlü örgüttür.

Eğitim Sen ve KESK’in, Hükümet tarafından neden hedef seçildiği hususu, ‘Eğitim Sen Neden Hedefte?’ başlıklı yazımızda da açıkladığımız gibi, bu örgütlerin amaç/hedefleri ve sınıf mücadelesinde konumlandıkları yer nedeniyledir.

FETÖ ile Eğitim Sen ve KESK’i; üyeleri OHAL sürecinde benzer operasyonlara maruz kaldıkları için mağduriyet yaşamaları anlamında ortaklaştırma ve ortak mücadele etme anlamında bir araya getirmeye çalışmak, temelden yanlış bir yaklaşım olacaktır. Bir hususu açıkça ifade etmek gerekir ki; FETÖ operasyonları nedeniyle ihraç edilmiş ve hukuksal anlamda sahip çıkılmamış bütün öğretmen ve memurlara hukuksal yardım yapmak başkadır, onlarla ortak mücadele yürütmek farklıdır. Bu ayrımın iyi yapılması gereklidir.

Bu kapsamda, alan eylemliliklerinin sınırlanması ve sosyal medyanın gündem oluşturmakta önemli bir yere gelmesi nedeniyle son süreçte hem FETÖ’den ihraç edilen, hem de sendikal eylemden dolayı ihraç edilen ve açığa alınan kamu görevlilerinin kendi bağımsız sosyal medya çalışmalarını yürütmeleri noktasında kimi tartışmalar da gündeme gelmektedir. Bu tartışmalarda, mağduriyetlerin ortak olduğu ve ortak sosyal medya kampanyası yapılması önerilmekte ve hatta kimi kesimlerce dayatılmaktadır. Bu iki kesimin ortak eylem veya ortak sosyal medya kampanyası yürütmesi iki açıdan doğru değildir;

Birincisi; her iki kesimin sosyolojik yapılarının, kültür birikimlerinin, siyasal amaçlarının ve gelecek tahayyülerinin taban tabana zıt olmasıdır. Bu anlamda tabiri caizse beş benzemez gibidirler.

İkincisi ise daha tehlikeli ve hukuksal tuzak barındıran bir içeriktedir. Bu konuyu biraz açalım; Hükümet, 676 Sayılı KHK’nin 75.maddesiyle;  657 sayılı Kanunun 125 inci maddesinin birinci fıkrasının (E) bendine aşağıdaki alt bent eklemiştir.

“l) Terör örgütleriyle eylem birliği içerisinde olmak, bu örgütlere yardım etmek, kamu imkân ve kaynaklarını bu örgütleri desteklemeye yönelik kullanmak ya da kullandırmak, bu örgütlerin propagandasını yapmak.”

Bu düzenleme, kamu görevlilerinin ihraç edilmesini oldukça kolaylaştıran bir düzenlemedir. Terör örgütleriyle eylem birliği içerisinde olmak ve bu örgütlerin propagandasını yapmak fiilleri; FETÖ nedeniyle ihraç edilmiş kamu görevlileriyle birlikte basın açıklaması yapmak, sosyal medya çalışması yapmak, hatta onlar lehine twet atmayı bile suç kapsamına sokabilecek düzenlemelerdir.

Burada, yapılan bu düzenlemeyi savunur pozisyonda olmak gibi bir amacımızın olmadığı bizi tanıyan herkesin malumudur. Ancak edindiğimiz tecrübe gereği, saf ve masumane duygularla mağdurlardan yana olma tutumunda olan eğitim emekçilerinin, karşılaşabilecekleri hukuksal durumların farkında olarak, bu tutumlarını sürdürüp, sürdürmeyeceklerine kendilerinin karar vermesi gerektiğidir. Bu konuda ne Eğitim Sen, ne de KESK, FETÖ’cü olduğu iddia edilen mağdur kamu görevlileriyle birlikte tutum alma kararı almış değildir. Sendika hakkının savunmak, sendika üyeliğinden dolayı ihraç edilenlere hukuksal yardımda bulunmak ayrıdır; onlarla birlikte eylem veya sosyal medya kampanyası yürütmek ayrıdır.

Özellikle de, Eğitim Sen üzerinden yaratılmaya çalışılan algı operasyonlarının bir ayağının da, sendikanın, FETÖ ile irtibatlandırılmaya çalışıldığı bir dönemde, bu algıyı akla getirecek hareketlerden titizlikle kaçınılması gereklidir.

Eğitim Sen ve KESK’liler, kendi sosyolojik yapılarına, kendi sınıfsal birikimlerine, kendi amaç/hedeflerine ve kendi gelecek tahayyüllerine uygun kesimlerle bir araya gelmeli, örgütlenmeli, eylem yapmalı ve sosyal medya kampanyası yürütmelidir.

17 Kasım 2016

 Kamudan ihraçları belirleyen 16 kriter. http://www.yenisafak.com/gundem/kamudan-ihraclari-belirleyen-16-kriter-2521643 Erişim Tarihi.17.11.2016

  http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2016/10/20161029-5.htm Erişim Tarihi.17.11.2016

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Göreve Döndük de Haberimiz mi Yok?

Tuhaf günler yaşıyoruz!

Bir anda binlerle, on binlerle ifade edilen sayılarda öğretmen ve memur görevden ihraç edilip, açığa alınabiliyor ya da olağanüstü hal koşullarında belirlenen kriterlere göre ‘suçsuz’ bulunarak, göreve iade edilebiliyor.

Tuhaf açıklamalarla da karşılaşıyoruz!

CHP’li milletvekillerine, gerçekleşmeyecek durumlar için bilgiler veren MEB yetkililerinin, bu açıklamaların yalanmasından sonra, kendilerinin de tuhaf açıklamalar yaptığına şahit oluyoruz!

Milli Eğitim Bakan Yardımcısı Orhan Erdem’in 27 Eylül 2016 tarihinde, çoğunluğu Eğitim Sen’li öğretmenlerle ilgili olarak, süreç devam ediyor, önümüzdeki günlerde alınacak kararlara göre bazılarına görevleri iade  edilecek bazılarının ise illeri değiştirilecek, farklı cezalar alacaklar ve ihraç edilecekler tespit edilecek, sürecin çok uzayacağını zannetmiyorum, şeklindeki açıklamasının üzerinden neredeyse iki ay geçti.

‘Sürecin çok uzamayacağı’, ‘en kısa sürede’, ‘yakın zamanda’, ‘önümüzdeki hafta içinde’, ’10 gün içinde’, ‘önümüzdeki günlerde’, ve ‘birkaç güne kadar’ gibi zaman dilimlerinin içeriğinin boşaltıldığı tuhaf durumlara şahit olduk.

Son olarak Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz, 24 Ekim 2016 tarihinde, açıkta bekleyen 20 bin 88 öğretmen olduğunu açıklamışken;  19 Kasım 2016 tarihinde Sivas’ta yaptığı açıklamada ise, şu ana kadar FETÖ ve PKK ile ilgili 30 bin 351 öğretmenin ihraç edildiğini ve 6 bin 161 kişinin açığa alındığını söyledi.

Sayın Bakan’ın açıklamalarını dinlemediğimiz için muhtemelen haberi yazan gazetecinin konu ile ilgili bilgisinin olmadığını varsayarak, bu haberde geçen sayıların ve ifadelerin eksik ve yanlış olduğu kanaatindeyiz. Şöyle ki;

Öncelikle ifade yanlış.

Toplam 30 bin 351 öğretmen ihraç edilirken, 6 161 öğretmen açığa alındı demek doğru değildir. 15 Temmuz darbe girişiminden bu yana açığa alınan öğretmen sayısı 50 bini aşmış durumdadır.

Bu seçeneğin dışında, bu haberde anlatılmak istenen ne olabilir diye düşünüldüğünde, 19 Kasım 2016 tarihi itibarıyla açıkta bekleyen 6 bin 161 öğretmen kaldı, şeklinde bir seçenek de akla gelebilir.

Böyle bir seçeneğin olabileceği ihtimalini düşünsek bile, bu bilgi de yanlıştır!

24 Ekim 2016 tarihinde 20 bin 88 olan açıkta bekleyen öğretmen sayısı, 20 Kasım 2016 tarihinde 6 bin 161 kişiye düşüyorsa, arada yaklaşık 14 bin öğretmenin göreve iade edilmiş olması gerekir.

Eeee, böyle bir durum da söz konusu değil.

Bizim bildiğimiz açıkta bekleyen 20 bin 88 öğretmenden göreve iade edilen 3 bin 400 FETÖ iddiasıyla açığa alınan öğretmen ve beşer, onar iade edilen öğretmen dışında yüksek sayılarda göreve iade edilen öğretmen yok.

Hesabımıza devam edelim; ‘Bölücü terör örgütü’ ile irtibatlı olduğu iddiasıyla açığa alınan 11 285 öğretmenden, Tunceli ilinde görev yapan 420’sinin göreve iade edildiğini biliyoruz, bunun dışında 11 bine yakın öğretmen, defaatle göreve iade edilecek söylemlerine rağmen halen açıkta bekliyor.

Bu durumda Sayın Bakan’ın açıkladığı, açığa alınan ya da açıkta bekleyen 6 bin 161 öğretmen sayısına nasıl ulaşıldığı anlaşılamamaktadır.

Bir seçenek daha var ki, o da şu; bizim de içinde bulunduğumuz 11 bine yakın öğretmen göreve döndürüldü de haberimiz mi yok? Böyle olma ihtimali var. Sayın Bakan’a bu şekilde sayılar verilmiş olabilir. Çünkü 20 bin 88 sayısından 3 bin 400 iadeyi çıkarırsak yaklaşık 17 bin açıkta bekleyen öğretmen kalıyor. Bu sayıdan da 11 bin öğretmenin iade edildiğini varsayarsak, Sayın Bakan’ın sözünü ettiği 6 bin 161 sayısına ulaşılmış olunuyor.

Bu haberlere ve açıklamalara nereden bakılırsa bakılsın ne kadar trajik bir durumla karşı karşıya olduğumuzu gösteren bir tablo orta yerde duruyor. Sayıları on binlerle ifade edilen öğretmenin geleceği, siyasetçilerin iki dudağının arasından çıkacak cümlelere bağlanabiliyor. Açığa alınan, açıkta bekleyen, iade edilen ve ihraç edilen öğretmen sayıları yaklaşık, tahminen veya binliğe yuvarlanarak ifade ediliyor.

Tuhaf günler yaşıyoruz!

Tuhaf açıklamalarla karşılaşıyoruz!

Tuhaf süreçlerden geçiyoruz!

Bu tuhaflıkların öğretmenlere, öğrencilere, velilere, öğretmen ailelerine, eğitim sistemine ve bir bütün olarak topluma ne kadar zarar verdiğinin bilincine varamamanın tuhaflığını da yaşıyoruz.

Asıl tuhaf olan da bu!           

20 Kasım 2016

i MEB'den açığa alınan öğretmenlerle ilgili açıklama. http://www.trthaber.com/haber/gundem/mebden-aciga-alinan-ogretmenlerle-ilgili-aciklama-273782.html Erişim Tarihi: 20.11.2106

ii  MEB'den açığa alınan öğretmenlerle ilgili açıklama. http://www.trthaber.com/haber/gundem/mebden-aciga-alinan-ogretmenlerle-ilgili-aciklama-273782.html Erişim Tarihi: 20.11.2106

iii    İsmet Yılmaz'ın açığa alınan ve ihraç edilen öğretmenler hakkında son açıklamaları. http://www.kamusalhaberler.com/haber/1637/ismet-yilmazin-aciga-alinan-ve-ihrac-edilen-ogretmenler-hakkinda-son-aciklamalari.html Erişim Tarihi: 20.11.2016

Bitmedi, Sürüyor O Kavga!

Milli Eğitim Bakanlığının twetter hesabından, 8 Eylül 2016 tarihinde “Bölücü terör örgütü bağlantılı 11 285 personel açığa alındı.” mesajıyla duyurulan süreç, iki ay süren mücadele, ulusal-uluslararası baskı ve görüşmeler sonucunda açığa alınan 11 037 arkadaşımızla birlikte …Kasım 2016 tarihinde görevimize döndük. 248 arkadaşımız görevden ihraç edildi.

Bu süreçte, Milli Eğitim Bakanlığının hakkımızda, güvenlik önlemlerini akamete uğratmak, velileri ve öğrencileri, okulu boykota teşvik etmek, öğrencilerin eğitim hakkını engellemek gibi iddialarla yürüttüğü soruşturma sonucunda suçsuz bulunduk. Sadece 29 Aralık 2015 tarihinde bir gün okula gelmemek suçu nedeniyle 1/30 oranında maaş kesim cezasıyla tecziye edildik.

Aramızdan, ihraç edilerek görevden alınan, başka illere ve başka okullara sürgün edilen arkadaşlarımız nedeniyle buruk bir mutluluk yaşıyoruz.

Eğitim Sen’in, iktidar tarafından neden hedef seçildiği konusundaki görüşlerimizi; Eğitim Sen’in amaçları ve çalışma yaşamında neoliberalizmin gerektirdiği esnek birikim sürecine geçilmesinin önünde bir set gibi durması olduğunu açıklamıştık.

Bugün, dünden daha fazla Eğitim Sen’e ihtiyaç vardır. Çünkü Eğitim Sen’in amaçları henüz yaşama geçmemiştir. Bu amaçları yaşama geçirmek, bizlerin boynumuzun borcu ve çocuklarımıza karşı en büyük sorumluluğumuzdur.

Bu anlamda, tüm maddi ve insani değerlerin yaratıcısının emek olduğundan hareketle bu amaçları gerçekleştirebilmek için yapmamız gerekenleri şöyle sıralayabiliriz;

-Üyelerin, emeğinin hakkını alıp insanca yaşayacak ücret almaları ve daha iyi çalışma koşullarına kavuşmaları için üyeleri adına işveren ile toplu sözleşme temelinde her düzeyde görüşme ve pazarlıkta bulunacağız. Uzlaşmazlık halinde ise grev hakkını kullanacağız.

-Sendikal hakların en az uluslararası sözleşmeler düzeyinde olması için mücadele yürüteceğiz. İnsan Hakları Sözleşmesi, ILO Anayasası ve sözleşmeleri, Avrupa İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, Avrupa Sosyal Şartı ile diğer çok taraflı sözleşmelerden doğan haklarımızı kullanacağız. Bu sözleşmelerin iç hukuktaki bağlayıcılığından hareket ederek Anayasa ve yasaların çağdaş ve emekten yana değişmesi için mücadele edeceğiz.

-Üyelerin sendikal ve demokratik amaçlar doğrultusundaki mücadelesinde hak ve çıkarlarının ihlal edildiği her durumda her türlü demokratik fiili ve meşru mücadele hakkını kullanacağız, onlar adına gerekli hukuksal girişimde ve yardımda bulunacağız.

-Emeğin ve örgütlenmenin toplumsal yaşamdaki işlevini ve değerini, ulusal ve uluslararası düzeyde barışın, dostluğun, dayanışmanın ve işbirliğinin önemini kavramış bilinçli bir üye topluluğu ve kamuoyu yaratmak amacıyla kültürel, sanatsal, eğitsel toplantılar, şenlikler, işyeri, salon ve açık hava toplantıları ve benzeri etkinlikler düzenleyeceğiz.

-Üyelerin ve aile bireylerinin bakım, eğitim ve sağlık koşullarının düzeltilmesine çalışacağız. Üyeleri ve ailelerinin yararlanmaları için burs verecek; hizmet amacıyla sağlık, dinlenme, spor, eğitim ve kültür tesisleri ile kitaplık, kreş, yuva, yurt, ve yardımlaşma sandıkları kuracağız.

-Üyelerin ekonomik, demokratik, akademik haklarının geliştirilmesine katkı sunma ve eğitime yönelik televizyon, radyo, basımevi vb. kuracağız.

-Üyelerin sendikal ve mesleki bilgilerini, deneyimlerini artırmak için, ‘Eğitim Fonu’ adı altında bir fon oluşturacağız.

-Hizmet kolunda güçlü bir sendikal birlik, ülkede ve dünyada güçlü bir sendikal hareket yaratabilmek amacıyla gerekli çalışmayı yürütüp, ulusal ve uluslar arası düzeyde ortak amaçlar taşıyan kuruluşlarla dayanışmaya girip, üst kuruluşlar kuracak ya da bunlara üye olup, bunlarla bilgi alışverişinde bulunarak, iş ve eylem birliği yapacağız.

-İşverence yürütülen eğitim, öğretim ve bilim hizmetlerinin planlanmasına, programlanmasına, yönetilmesine ve denetimine taraf olarak katılacak, bu konuda projeler üretip ve yürütülmesini sağlayacağız.

-Eğitim ve bilim emekçilerin siyaset yapması önündeki engellerin kaldırılması için çalışacağız.

-Başta nitelikli eğitim ve bilim insanı olmak üzere, personel eğitiminin ve alternatif eğitim geliştirilmesini sağlamak için projeler üretip, uygulanmasını sağlamaya çalışacağız.

-Üyeleri ilgilendiren atama, yer değiştirme, değerlendirme, görevde yükselme ve kararlara katılma gibi konularda adil bir düzenleme yapılmasına çalışacağız. Eğitimin içeriğinin ve yönetiminin demokratikleşmesini; her kademedeki yöneticilerin işyerinde çalışanlar tarafından demokratik bir şekilde seçimle ve süreli görev almasını savunup, eğitim emekçilerinin iş güvencesiz çalışmalarına karşı mücadele edeceğiz.

-Ataerkil sistem ve onun yarattığı zihniyet ve politik alanı sorgulayarak cinsiyet özgürlüğünü ve eşitliğini sağlamayı esas alacağız. Ulusal ve uluslararası kadın örgütleriyle işbirliği yapacağız. Kadın üyelerin çalışma yaşamında ve sendikada kadın olmaktan kaynaklanan sorunlarına çözümler üretip, ek haklar elde etmelerine, olanak sağlayarak; pozitif destek sunacağız.

-Öğrenci ve velilerin örgütlü olarak okul süreçlerine katılmaları için çalışmalar yürüteceğiz.

-Demokratik ve meşru haklar kullanılırken zarara uğramış üyelerimize yardım amacıyla dayanışma ve grev fonu oluşturduk, devam edeceğiz ve demokratik ve meşru haklar kullanılırken zarara uğramış üyelerin maddi hak kayıplarını karşılayacağız.

-Kapitalizmin sermaye birikimi hedefiyle insanın da bir parçası olduğu eko sistemi tüketen saldırılarına karşı doğayı savunacağız. Ekolojik dengenin, tarihi ve kültürel çevrenin korunması için mücadele edeceğiz.

-Engelli eğitim ve bilim emekçilerinin çalışma koşullarını iyileştirici tedbirlerin alınmasının sağlanması için çalışacağız.

-Ataerkil sistemin ve onun yarattığı zihniyetin eğitimdeki yansımalarının dönüştürülmesi için mücadele ederken okul müfredatlarına, okulöncesi eğitimden başlayarak tüm eğitim süreçlerinde kadın hakları ve kadın özgürlüğü, toplumsal cinsiyet eşitliği gibi derslerin konulması için çalışmalar yapacağız.

Son olarak, Eğitim Sen’i yok etmek, üyelerini sindirmek, yıldırmak ve marjinalleştirmek için başvurulan her türlü yasadışı, gayrımeşru psikolojik saldırılara ve algı operasyonlarına karşı bugün sendikaya daha çok sahip çıkmaya, amaçlarımızı gerçekleştirmek için daha çok çalışmaya ve birbirimize kenetlenmeye ihtiyaç vardır.

Adnan Yücel’in, “Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!” şiiriyle, mutlu son değil, mücadele çağrısı yapmak istiyorum;

Aşksız ve paramparçaydı yaşam

bir inancın yüceliğinde buldum seni

bir kavganın güzelliğinde sevdim.

bitmedi daha sürüyor o kavga

ve sürecek

yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!

 

Aşk demişti yaşamın bütün ustaları

aşk ile sevmek bir güzelliği

ve dövüşebilmek o güzellik uğruna.

işte yüzünde badem çiçekleri

saçlarında gülen toprak ve ilkbahar.

sen misin seni sevdiğim o kavga,

sen o kavganın güzelliği misin yoksa…

 

Bir inancın yüceliğinde buldum seni

bir kavganın güzelliğinde sevdim.

bin kez budadılar körpe dallarımızı

bin kez kırdılar.

yine çiçekteyiz işte yine meyvedeyiz

bin kez korkuya boğdular zamanı

bin kez ölümlediler

yine doğumdayız işte,  yine sevinçteyiz.

bitmedi daha sürüyor o kavga

ve sürecek

yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!

 

Geçtiğimiz o ilk nehirlerden beri

suyun ayakları olmuştur ayaklarımız

ellerimiz, taşın ve toprağın elleri.

yağmura susamış sabahlarda çoğalırdık

törenlerle dikilirdik burçlarınıza.

türküler söylerdik hep aynı telden

aynı sesten, aynı yürekten

dağlara biz verirdik morluğunu,

henüz böyle yağmalanmamıştı gençliğimiz…

 

Ne gün batışı ölümlerin üzüncüne

ne tan atışı doğumların sevincine

ey bir elinde mezarcılar yaratan,

bir elinde ebeler koşturan doğa

bu seslenişimiz yalnızca sana

yaşamasına yaşıyoruz ya güzelliğini

bitmedi daha sürüyor o kavga

ve sürecek

yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!

 

Saraylar saltanatlar çöker

kan susar bir gün

zulüm biter.

menekşeler de açılır üstümüzde

leylaklar da güler.

bugünlerden geriye,

bir yarına gidenler kalır

bir de yarınlar için direnenler…

 

Şiirler doğacak kıvamda yine

duygular yeniden yağacak kıvamda.

ve yürek,

imgelerin en ulaşılmaz doruğunda.

ey her şey bitti diyenler

korkunun sofrasında yılgınlık yiyenler.

ne kırlarda direnen çiçekler

ne kentlerde devleşen öfkeler

henüz elveda demediler.

bitmedi daha sürüyor o kavga

ve sürecek

yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek! 

  …Kasım 2016

 Eğitim Sen Tüzüğü, Sendikanın Çalışma Konuları. http://egitimsen.org.tr/hakkimizda/tuzugumuz/

 

 

 


[i]  Ayşe ULUTAŞ- İnci SÖNMEZ (2011) EĞİTİMCİ KADINLARIN SENDİKAL ÖRGÜTLENME EĞİLİMLERİ VE SENDİKAL SÜRECE KATILIM DÜZEYLERİ ÜZERİNE BİR İNCELEME ( Eskişehir Örneği).

 

 

[ii] http://www.egitimbirsen.org.tr/ebs/tuzugumuz Erişim Tarihi: 11.10.2016

 

 

 

[iv] http://egitimsen.org.tr/hakkimizda/tuzugumuz/ Erişim Tarihi: 11.10.2016

 

 

[v]

 

 

Details
Genre: Anı-Mektup-Günlük
ISBN: 9786058414518
eBook Price: 5 TL
"E-Kitap Projesinde yayınlanan tüm eserlerin telif hakkı saklıdır. Hiçbir şekilde kopya edilemez veya yasa dışı yollarla çoğaltılamaz. Yayınlanan Tüm Elektronik & Basılı kitap, materyal ve eserlerin, indirmeler, ve ticari satış hakları ekitap projesine aittir." e-Kitap Yayıncılık & Cheapest Books: " *E-Kitap Yayıncılık ve *Chapest Books, E-Kitap Projesi'nin yan kuruluşudur.."